28 ŞUBAT'I UĞURLARKEN

Ne olmuş bu 28 Şubat'a? Neden çoğu gazeteler onunla ilgili bir sürü köşe yazıları yazdılar? Çok mu önemli bir şey olmuştu? Hemen cevabımızı tarafsız, ama açıklamalı bir şekilde ortaya koymaya çalışalı

Ne olmuş bu 28 Şubat’a? Neden çoğu gazeteler onunla ilgili bir sürü köşe yazıları yazdılar? Çok mu önemli bir şey olmuştu? Hemen cevabımızı tarafsız, ama açıklamalı bir şekilde ortaya koymaya çalışalım.

28 Şubatta askeri tankları yürütenleri, dilinin döndüğü kadarıyla suçlamaya, kendilerinin anlayışındaki demokrasiyi korumak adına düşman ilan eden gazeteciler çıktı.

Elbette hiçbirimiz onları anladığımız, içerik bakımından öğrendiğimiz kişi haklarına saygılı bir düzenin olmasına, devamlılığına karşı olamayız, olmayız. Hiç kimse elindeki daha önce kendilerine verilen hakların ellerinden alınmasına tahammül edemez, onu almak isteyenlere karşı tavır alır. Öyle de yapılması lazım. Çünkü Türk Milleti demokrasiye ulaşıncaya kadar onun uğrunda çok bedeller ödemiştir. Çöllere sürülen aydınlar, zindanlara atılanlar vs. Yani hiçbir hak padişah veya kral tarafından halka hediye edilmemiştir. Demokrasi de bunlardan biri ve en değerlisidir.  Demokrasiyi asıl Türk Milletine layık görenler ve onu devlet düzenin olmazsa olmazı olarak anayasaya değişmez, değiştirilemez bir hak olarak koyanlar her şeyi bilerek yapmışlardır. Zaten Osmanlı Devleti Zamanındaki Türk Aydınları,  Demokrasi uğrunda canlarını dahi tehlikeye atmışlardır.

Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk Demokrasi ateşini daha öğrenciyken kalbinde yakmıştı. Onu bir gün gerçekleştirmek, en büyük arzusu idi. Bağımsızlık savaşının zaferle sonlandırılmasından sonra sıra demokrasinin ilanına gelmişti. İşte tam zamanı geldiğini görerek,  asker arkadaşlarıyla beraber demokrasiyi de ilan ettiler. Tabiri caizse demokrasi çocuğu doğmuş oldu. Sıra korunması ve büyütülmesine gelmişti. Bu görevi de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne vermişti. Meclis İçerisinde demokrasiye karşı olanlar da az değildi. Demokrasiyi yıkıp yerine şeri düzeni getirmek isteyen, hatta Atatürk’ü ortadan kaldırmak isteyenlerin olduğu da biliniyordu. Bundan dolayı Türk Gençliğine de demokrasiyi koruma görevi verilmiş, onlara emanet edilmişti.  İşte bu şeri düzenden yana olanlara karşı ordu da teyakkuz halindeydi. Zaman içerisinde çağdaş hukuku kaldırarak, onun yerine din hukukunu getirmek için gizli ve açık adımlar atıldığı iddiasında bulunan subaylar demokrasiyi kesintiye uğrattılar. İhtilal yaptılar. Doğru mu Yanlış mı yaptılar şimdi anlatacağım durumdan sonra siz okuyucular karar vereceklerdir. Osmanlı devleti zamanında bilirsiniz ki tekkeler, zaviyeler, cemaatler ve vakıflar her şeye karışarak, yenilikleri engellemek için,  ellerinden gelebilecek her yola başvurarak devleti aldığı kararlardan vazgeçirdiler. Hatta zaman zaman da isyan ettiler. Yani padişahı çalıştırmadılar. Yenilikler yapılamadı. Avrupa ülkeleri her konuda Osmanlıya göre ileri duruma geçtiler. Ateşli silahlarda da geride kaldık. Türk Orduları çoğu zaman ve önemli savaşlarda yenildiler. İşin bu tarafını kısa keserek asıl konumuza dönersek, Ulu Önder bu olan bitenleri bizzat yaşadığından, tekke, zaviye, cemaat, tarikat gibi kuruluşları yasaklamıştı. Çünkü bunlar devlet içinde devletçikler oluşturabiliyor, hata her zaman yönetimlere kafa tutabiliyor, istediklerini yaptırabiliyorlardı.  Zaman zaman birbirleriyle de sürtüşerek devlet düzenini istikrarsız hale getirebiliyorlardı.

Bu gün Türkiye Cumhuriyetinde tam da bunlar vuku bulmaktadır. Bunu bilen askerler bundan dolayı demokrasiyi geçici bir zaman için zaman zaman kesintiye uğratmışlardır. İşte görüyorsunuz,  birisi çıkıp Amerika’dan Türkiye’deki hükümeti yönlendirmeye cesaret edebiliyor, buna soyunabiliyor. 28 Şubat bunun eseridir. Şimdi her şeye siz karar verin sayın okuyanlar. Ama lütfen kimse de zannetmesin ki ben böyle bir kesintiden yanayım. Asla ama vatanımın geleceği tehlikeye girerse, değil demokrasiden canımızdan dahi vazgeçeriz. Buyurun, Kırımda neler oluyor?