Biz küçükken bir sofrada...

BÖLÜŞEN TOPLUMUN BÖLÜNMESİ! Biz küçükken bir sofrada kardeşlerimizle ekmeği bölüşen nesiller olarak yetiştik

BÖLÜŞEN TOPLUMUN BÖLÜNMESİ!

Biz küçükken bir sofrada kardeşlerimizle ekmeği bölüşen nesiller olarak yetiştik. Küçük olanı ağlardı…

Sanki bizim elimizdeki ekmek daha tatlıymış gibi…

Oysa çocukluktu her şey…
O anımızın saflığı ve temizliği, sonra komşumuzun elinde bir küçük tas şekerimizi unumuzu tuzumuzu bölüştük. Bundan başka annelerimiz babalarımız yediği herşeyi bölüşürdü…

Hani sonra ağızlarından dökülen O alışkın oldukları kelimeyi ''çocuklarsız boğazımızdan geçmez''.

Hiç duydunuz mu hangi anne baba çocukları açken kendilerinin kursağından bir dilim ekmek geçtiğini.

Duyamazsınız…

Olsa bile bunlar bir elin parmakları âdetince…

Sonra büyüdük, biraz daha büyüyünce okullu olduk. Sırtımızda çantamız önlüğümüz, ayağımızda kara lastiğimiz, defterimiz, eksik kalemimiz…

Belki eksikti fakat bölüşmeyi bilirdik. Kokulu silgimizin yarısını bölüşürdük.

Bazen defterimizin ortasını, bazen simitlimizi bölüşürdük ve bu bölüşme böylece devam etti.

Ta ki çınarın gökleri kopunca! Hani önce ağaca bir hastalık vurur, daha sonra yaprakları dökülür, ağaç yavaş yavaş kurumaya başlar.

Öyle hemen değil!

İşte anne ve baba olmayınca o yakınlık o paylaşım hemen kopar…

Önce dostlar, akrabalar, yakınımızdaki insanlar, komşularımız ve aile bireylerine… Sonra ayrılıklar başlar, fikirler inançlar tutku ve düşünce bölünmeler olur artık.

O ekmeğin yarısını bölüp verdiğin, senden bölünmüş ayrı bir fikir, yani asla o ekmekte birleşmeniz mümkün değil…

Bugün sizi bir arada tutan kökler kopmuş, unutulmuş, izleri kalmamış. En iyi tanıdığınız insan bile bazen size yabancı olur, bazen tuttuğunuz daldan bile şüphe duyarsınız, ya kırılıp elimde kalırsa… Zaten hayat öyle değil mi?

Kim gittiği yolun kronometresini tutabilir. Zamanı elinde tutan belli, yani kumanda! Herkes kendi fikirlerinin hep olumlu yönünü görür, herşeyi mükemmel ve dört dörtlük görürler. Oysa biraz olumsuz yönlerini inceleseler…

Evet, öyle ya da böyle koptuk hep uzaklaştık birbirimizden. Ne kadar birbirimize yaklaşsak bir şey savuruyor bizi farklı taraflara… Yüzümüze toz bulutları atılıyor göremiyoruz birbirimizi artık… Aynı evi paylaşan insanlar bile birbirine yabancı! O eskiden hani çok sevdiğiniz şarkılar bile size yabancı, çünkü o duygular yok artık… O eski aile bağlılıkları artık günümüzde yerini ancak hastalıkta, düğünde ya da cenazelerde zorunlu olarak bir araya gelmelere bırakmış durumda.

Bölen insan bölündü. Yüce ALLAH (CC) Kuran'da müminlere birlik olmalarını, inkâra karşı imanda saf bağlamalarını, birbirlerini kardeşleri gibi görüp sevmelerini, birbirlerine karşı merhametli, affedici ve koruyucu olmalarını, dağılmaktan ayrılmaktan ve parçalanmaktan şiddetle kaçınmalarını emretmiştir. Bunun en büyük delili olarak da ''Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah size ayetlerini böyle açıklar'' buyurmuş (Al-i İmran Suresi-103 bknz).

Bir Müslüman diğer Müslümana görüşleri yüzünden uzak kalıyor. Hatta birçok ortamda onunla beraber kalmaktan çekiniyor… Artık yüzüne gülmek bile rüşvet sayılır olmuş! Sıkılan eller o kadar samimi değil. Hani bayramlarda cümbür cemaat çoluk çocuk, torun şen masalar artık yok. Dünya işine dalmış insan, bir çay söylemekten bile kaçar olmuş… Kim soğuttu bizi böyle birbirimize… Bir kışın yazı bile olurken her mevsim buz tutmuş, bu samimiyetsizliğe sebep ne sizce?

Şarkılar şiirler sözler bile sevgiye dairken ne bu koşuşturma sevgisizliğe? İlla musallaya mı konulacak duyulsun ismi!

Hadi bak orada… Git sarıl tahtadan tabutuna, söyle ona en çok sevdiği esprilerini… Bak gülümsüyor mu yüzüne o soğumuş bedeni…

Çok geç…

O ekmeği bölüştüğün, oyunlar oynadığın çoktan gitti…