Suriye Savaşı ve Gerçek Failler
Bölgede 2011’de başlayan süreç, sadece Suriye’nin değil, aslında tüm Ortadoğu’nun geleceğini yeniden kurgulama girişimiydi. Arap Baharı’nın umut gibi görünen rüzgârı, kısa sürede dış müdahalelerle bir felaket silsilesine dönüştü. Suriye bu dönüşümün en ağır faturasını ödeyen ülkelerden biri oldu.
14 yıl süren savaş boyunca ülke harabeye döndü. Milyonlarca mülteci sınırları aştı. Çocuklar öldü, şehirler yıkıldı, tarih yok oldu.
Peki bu yıkımın gerçek faili kimdi?
Bir halk ayaklanması mı? Yoksa masa başında çizilmiş kirli bir haritanın, vekâlet savaşları üzerinden uygulanması mı?
Antalya Diplomasi Forumu'nda (ADF2025) konuşan ABD'li akademisyen Jeffrey Sachs, ezberleri bozan, hatta diplomasi tarihine not düşecek nitelikte sözler söyledi. Sachs kürsüde "Suriye savaşı Esad’dan değil, Washington’dan çıktı!" dediğinde salonda soğuk bir rüzgâr esti ve söyledikleri, yıllardır kurulan diplomatik yalanları paramparça etti.
Savaşın emri Obama'dan, ilhamı Kudüs'ten
Sachs, 2011 yılında dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın Suriye rejimini devirmek için "Timber Sycamore" adlı gizli bir CIA operasyonunu onayladığını, bu programın Ortadoğu'yu dizayn etme hedefi güttüğünü açıkça söyledi. İsrail'in bölgesel çıkarları doğrultusunda şekillendirilen bu projede, Esad'ın devrilmesiyle Suriye'nin El Kaide ve benzeri yapılar tarafından kontrol edilmesi hedeflenmişti.
"Bu savaş Esad'ın baskısından değil, ABD'nin başkanlık kararıyla başladı. 600 bin kişi öldü. Bu savaş, İsrail'in 25 yıllık planıydı ve ABD bunu uyguladı."
Bu sözler aynı zamanda uluslararası sistemin ne kadar çürüdüğünü gösteriyor. Demokrasi, özgürlük, insan hakları... Bunlar sadece örtü. Altında petrol var, jeopolitik var, İsrail'in sınır güvenliği var, Amerikan silah sanayisinin kârı var.
Ortadoğu'nun kaderi 2001'de yazıldı
Sachs’ın aktardığına göre, 2001 yılında General Wesley Clark’a Pentagon'da verilen bir belgede, önümüzdeki 5 yıl içinde 7 ülkenin rejiminin değiştirileceği yazıyordu: Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve İran. Altısı parçalandı. Geriye sadece İran kaldı.
ABD barışı veto etti
Sachs, 2012 yılında BM Özel Temsilcisi Kofi Annan tarafından sağlanan barış planının tüm taraflarca kabul edildiğini, yalnızca ABD'nin barışa karşı çıktığını ifade etti:
"ABD, barışın ilk gününde Esad gitsin dayatması yaptı. Diğer taraflar 'seçimle gitsin' dedi. ABD barışı engelledi. Bu sebeple Annan istifa etti. Sonrasında 500 binden fazla kişi öldü."
Yani savaş boyunca 600 bin insan hayatını kaybetti. Bunun 500 binden fazlası, ABD’nin 2012’de barış planını reddetmesinden sonra yaşandı. Bu tablo, diplomatik çözüm imkânı varken göz göre göre yaratılan bir felaketin resmidir.
Türkiye Bu Oyunun Neresindeydi?
Türkiye’nin rolü bu tabloda hayati. 2011 sonrası süreçte "Arap Baharı" illüzyonuyla Esad karşıtı pozisyon alındı, Fırat'ın doğusundan İdlib’e kadar sahada olunmaya başlandı. ABD, İsrail ve diğer müttefiklerle "Esad gitsin" hattında yer alındı.
Ancak süreç içinde PYD/YPG'nin Suriye'nin kuzeyinde bir devletçiğe dönüştürülmeye çalışılması, Türkiye'nin sınır ötesi operasyonlarla yalnızlaştırılması ve yıpratılması bu savaşın sadece Suriye'yi değil, Türkiye'yi de hedef aldığını gösterdi. Türkiye bu süreçte hem mülteci yükünü taşıyan ülke oldu hem de sınır ötesi operasyonlarla ağır bedeller ödedi.
Suriye’nin yeni yönetim kademesi, artık geçmişi şaibeli aktörlerle şekillendirilen yeni bir yapının elindedir. Eski IŞİD bağlantılarıyla bilinen Ahmet Şara'nın öne çıkarılması, terörist örgüt PYD/YPG uzantısı SDG’nin başındaki Mazlum Abdi gibi figürlerin süreçte kritik roller üstlenmesi, Suriye'de gerçek karar alma mekanizmasının kimlerin elinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu durum, halkın iradesiyle değil; dış güçlerin stratejik müdahalesiyle biçimlendirilmiş, kurgulanmış ve sahaya yerleştirilmiş bir yönetim mimarisidir. Artık mesele, bir rejimin adının değişip değişmediği değil, iktidarın kimde ve hangi amaçla toplandığıdır.
Bu aşamada asıl tehlike, Türkiye'nin bir dönem bu kaos planının gönüllü ya da istemeden bir parçası haline getirilerek hedefe konmasıydı. Bugün Türkiye, geçmişte yapılan hatalardan ders çıkarmazsa sadece sınır güvenliğini değil, tarihsel ve jeopolitik derinliğini de kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.
İsrail tek başına yapamazdı
Sachs'ın belki de en çarpıcı sözü şuydu:
"İsrail bu savaşları tek başına çıkaramazdı. Bunlar ABD savaşlarıdır. Lojistikten mühimmata, istihbarattan operasyon desteğine kadar her şeyi ABD sağladı. Gazze'de de aynı durum var: Bu, ABD'nin günlük operasyonel suç ortaklığıdır."
Bu cümle, Türkiye’nin 2023 sonrasında İsrail ile yaşadığı gerilimin de arka planını netleştiriyor. Çünkü mesele sadece Filistin değil. Mesele, bütün bir coğrafyanın İsrail güvenliği bahanesiyle vesayet altında tutulmasıdır.
Artık Gerçekleri Konuşma Zamanı
Jeffrey Sachs bir akademisyen. Ama bu sözleri bir siyasetçiden daha fazla cesaret barındırıyor. Bugün Türkiye’de bir akademisyen aynı sözleri söylese, hakkında kaç dava açılır, yayın organı kaç yayından men edilir, bilemeyiz.
Ama bildiğimiz şu:
Ortadoğu'da hiçbir savaş "iç dinamiklerle" başlamıyor. Her çatışmanın arkasında daha önceden yazılmış senaryolar, çizilmiş haritalar var. Ve bu haritalar çizilirken, bölge ülkeleri ya bilerek ya da bilmeden o masanın etrafına çekiliyor. Türkiye de zaman zaman bu oyunun dışında kalmak istese de bazen adı geçen, bazen dipnotlarda yer verilen bir aktöre dönüştürülebiliyor.
Sachs son sözü söyledi:
"Bu suçlar normalleştirilmemeli. Barış, bu bölge halkları kendi kaderini yazdığında gelir."
O halde soru artık net:
Türkiye bundan sonra senaryoyu mu yazacak, yoksa sahnede kullanılacak bir figüran olarak mı kalacak? Karar zamanı şimdi.