BAYKAL'DAN TARİHİ AÇIKLAMALAR...
BAYKAL’DAN TARİHİ AÇIKLAMALAR
15 Kasım 2014 - 20:48
BAYKAL’DAN TARİHİ AÇIKLAMALAR...
Türkiye’nin en tecrübeli siyaset adamı, yani siyasetin duayeni durumundaki Deniz Baykal, bir TV kanalında genç öğrencilerin karşısına çıktı. Bugün 77 milyonluk ülkede çok kişinin duymak istediği sözler söyledi. Tespit edebildiklerimizin bir kısmını aşağıya özet olarak çıkardık.
Buyurun hep birlikte okuyalım :
“-.....Üzüntüyle söyleyelim sayın Başbakan Dersim’i Kerbela’ya benzetti. Bir Başbakan bir iktidar sahibi buraya girerse bu tarihe bakıp siyasi tartışma için malzeme çıkarıp birini suçlamak için buna yönelmeye kalkarsa sizin söylediğiniz gibi o bir siyasi partinin değil bir siyasi dönemin ortak sorumluluğudur ki, bugünkü iktidar partisinin afişlerle arkasına sığındığı ve kahramanımız ilan ettiği insanlar da Bayar, Menderes var o işin içinde. Yani, bir devletin ortak sorumluluğu.
17-25 Aralık yargısı, demokrasisi diye tarif edilebilir mi Türkiye? İleri demokrasi dediniz buraya geldik. Şimdi de yeni Türkiye deniliyor. Yeni Türkiye nedir? Soma mı, Ermenek mi? Ne? Uydurma davalar mı, imal edilmiş CD’ler mi? Yıllarca içeride tutulan genelkurmay başkanları mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan Yeni Türkiye’de Atatürk istismar edilmeyecek demiş. Sayın Cumhurbaşkanı Atatürk’ü sahiplenme konusunda bir yarış duygusu içinde konuşuyorsa bundan büyük mutluluk duyarım. Atatürk’ü neden istismar etsin CHP? Atatürk’le CHP iç içe. Atatürk’ü sahipleniyor.
Eğer yeni Başkanlık sarayını Erdoğan kendi parasıyla yaptıysa israftır. Eğer devletin parasıyla yapıysa çok ağır bir sorumsuzluktur. Ne estetik açıdan, ne işlevsellik açısından, ne bir haşmet yansıtması açısından başarılı bir uygulama olduğunu söylemek mümkün değil. Çok kaba ve artık günümüzde pek görülmeyen bir büyüklük özleminin yansıdığı bir yapı olarak düşünülüyor. Ayrıca bunu yaparken Başkanlık rejimi olacak diye planlanmış. Ama şu an durum öyle değil. Koca boş bir saray var, Başbakan oraya gelmiyor. Bu sayın Erdoğan’ın o binanın haşmetinin tutsağı haline dönüşmesi sonucunu da doğurabilir. O haşmet bir hasretlik, tecrit edilme ve tutsaklık tablosuna da dönüşebilir.
Menderesler, Demireller, Erdoğan bunların hepsi cumhuriyet projesinin uygulayıcısıdır. Son 12 yıllık iktidar o projeyi bozmaya çalıştı biraz, önemli adımlar da attı farkındayım ama o proje işliyor. İşlemeye devam edecek.
2015 seçimlerinde Sayın Cumhurbaşkanı AK Parti lehine oy isterse bu anayasayı ihlal olur. Tartışma götürmez. Taraf olma kaba bir şekilde Anayasa’yı tekmelemek demektir. Yapar mı, inşallah yapmaz. Yaparsa bu Türkiye’deki bunalımı daha derinleştirir, daha arttırır. Gerilimi daha da yükseltir. Partinin bir genel başkanı var, bırakın seçime girsin, ya kazanır ya kaybeder. Halk başka bir parti seçti diyelim ne olacak, kavga mı edeceğiz? Bu kadar kavgayı öngören bir tercih yapılabilir mi? Yapmayacağını, aklın, sağduyunun, mantığın o düzeye gelmediğini düşünüyorum.
Tayyip Bey’den kurtulmanın kestirme yolu, “Baykal hayır diyecekti ve bu iş olmayacaktı” diyorlar, ne güzel dünya. Biz yüzde 34 oy almış bir partinin meşru genel başkanı olan bir siyasetçinin milletvekili olmasını engelleme pozisyonuna partiyi sokmuş olsaydık, o pozisyonda biz perişan olurduk. Dışarıda kahraman olur, efsane olur. Giderek daha büyük mağdur olur ve bunu yürütemezsin. Bugün yine hiç tereddüt etmeden desteklerim. Yüzde 34 oy almış bir adamın mahkûmiyet yaşadığı için vekil olamamasına sevinmedim ve bunu yanlış buldum. Kim olursa olsun bunu yapardım.
Bir parti uzun süre iktidara gelemeyince niye gelemiyoruz diye arayışlara başlar, önce birilerini suçlar. O gitsin o engelliyor derler. Olur, bir şekilde, sonra görülür ki değişen bir şey yok. Hatta belki adam daha iyi yapıyordu. O da irdelemeye değer bir tablodur. Neden o zaman diye düşünülmeye başlanır. Kendi siyasi kimliğini sorgulamaya başlar ve kendi kimliğini aşan arayışlara yönelmeye başlar ve bu bir özenme, taklit etme, başkalarına benzeme hevesi gibi arayışları ortaya çıkarır. Bir süre sonra onunla da bir şey olmadığı ortaya çıkar ve bu arayışlara karşı bir tepki oluşmaya başlar. Bizim kimliğimizden ne sıkıntımız var derler.
Bir siyasi partiye elbette yeni katılımlar olur ve parti de zenginleşmek açılmak ister. Bu çok da doğaldır.
Ben ilkelerinden ahlakından siyasi bilincinden kuşku duymadığım saygı duyduğum insanların CHP’de artık siyaset yapma imkânı kalmadı diyerek ayrılıyor olduklarını görünce büyük ızdırap duyuyorum. Böyle bir ayrışmayı taşıyacak noktada değiliz.
Bugün etnisite kışkırtıcılığı yapan siyasi çevreler dâhil olmak üzere herkes millet kavramında bir mutabakat sağlamaya çalışıyor. Millet demek, etnisiteyi inkâr etmek demek değildir. Etnisitenin üzerinde bir ayniyeti aramak ve yakalamak demektir. Türk milletini bir ırk kavramı olarak algılamak çok büyük bir yanlıştır.
Atatürk bugün 133 yaşında. Ve 76 yıldır yaşamadığı halde, genç, ışıl ışıl, dipdiri bir siyaset yıldızı kimliğini muhafaza ediyor. Böyle bir şahsiyeti çeşitli yönlerden sahiplenmek isteyen kesimler olacaktır. Bunda bir sakınca yoktur. Atatürk’ü kendine göre tanımlayanın önüne geçmeye gerek yok.
Atatürk bir devlet kurucudur. Kurulmuş bir devleti idare eden ya da idare ederken eline gözüne bulaştıran biri değildir. Çok modern kavramlarla bir devlet kurmuştur. Ve o ana ilkelerin özü bugün Türkiye’de de dünyada da yapılan işin ne kadar başarılı ve müthiş olduğunu ortaya koymaktadır.
Her şey bir yana uluslaşma ve laikleşme bir yana. Atatürk etnik kimlikleri aşan bir siyasi kimlikle bir ulus şekillendirmek istemiştir.
Uluslaşmanın uygulamada çok sıkıntılar yarattığına dair çok şikâyet olabilir ve şu anda konuşulanlar da zaten oradan kaynaklanıyor ama olayın özü önemlidir. Ve olayın özü etnisiteyi aşan bir siyasi kimlik yakalamadır.
Büyük bir değer var orada. O değer Türkiye’nin huzuru, barışı ve bölge için çok önemli. Bu ırk üstünlüğü dayatmasıdır deyip parçalamayalım. Hatalar yapılmış olabilir, onu konuşalım hesabını soralım.
Milli irade diyen Atatürk’tür diyor Sayın Cumhurbaşkanı. Evet, milli irade diyen Atatürk’tür ama ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ diyen de Atatürk’tür. Laikliği getiren de odur. Bunları görmeyeceksin, milli irade diyeceksin. Atatürk milli iradeyi saltanatı ve hilafeti aşan bir meşruiyet temeli olarak, bir egemenlik temeli olarak düşünmüş ve bu coğrafyada ilk defa ortaya koymuş. Elbette demokrasi milli iradeye indirgenecek bir kavram değil ama milli irade demokrasinin cumhuriyetin rakibi olacak bütün egemenlik modellerini silip atmış.
Laikleşme hiçbir şekilde dine karşı bir olay olarak ifade edilemez, hiçbir zaman da böyle düşünülmemiştir. Laiklik demokrasi demektir. Laik olmadan demokrat olunamaz. Laiklik barış demektir. Laikliğin olmadığı ortamda din kavgası vardır, mezhep kavgası vardır. Mezhep kavgasının önüne geçecek olan olay laikliktir.
Türkiye’de demokrasi ihlalleri var. Onu da aşacağız inanıyorum. Yargı, hukuk siyasi iktidarın denetimine alındı. Bu bir facia.
Siyasetçiler sıkıştıkça terminoloji değişikliği ile bir tazelenme arayışı içine girerler. Bir süre önce ileri demokrasi lafı çıktı. Ne oldu sonra? Normal demokrasiyi kaybettik. Basının hali ortada.
CHP’de çekişmeler bitmiyor algısı bize yapıştırılıyor. Bunun bir kısmı abartılı bir değerlendirme. Her partide tartışma olur bunun çok önemi yok. Asıl mesele cumhuriyeti tek parti düzeni içinde kurmuş bir partinin çok partili rejimde tek başına ülkeyi yönetir noktaya gelmesine duyulan büyük özlem. Bu hem parti içinde hem de oy verenler arasında sürekli bir sıkıntı yaratıyor.
Türkiye maalesef adalete, gelir dağılımında ve eğitimde ve dış politikada çok ciddi zafiyetler sergiliyor. Bu konularda ciddi atılımlara ihtiyaç var. Tıkanıklık bir aşılabilse, şu andaki gayritabii siyasi yapı değiştirilebilse… Yüzde 50’nin altındaki bir oyla üçte iki çoğunluk elde edip bir hegemonya tesis etme... Bir iktidar değişimi olsa çok iyi olacak.
2015 seçimlerinin Türkiye’de bir yenilenmenin, bir değişimin umudunu yeşertmesi ve bunun kapısını açması gerekiyor. Siyasette en büyük terbiye iktidarın geçici olduğunun görülmesidir. Bir süredir Türk siyasetinde böyle terbiyeli bir unsur yok. İktidar ebedi gibi bir anlayış var. Bu yolsuzluklara, hukuksuzluklara yol açıyor. Hâlbuki iktidarın değişebilir olması çok önemlidir. Değiş-memesi memnuniyetten kaynaklansa bir sorun yok da çoğu kez memnuniyetten değil çaresizlikten teslimiyetten ortaya çıkan bir durum oluşuyor.
Türkiye’nin en tecrübeli siyaset adamı, yani siyasetin duayeni durumundaki Deniz Baykal, bir TV kanalında genç öğrencilerin karşısına çıktı. Bugün 77 milyonluk ülkede çok kişinin duymak istediği sözler söyledi. Tespit edebildiklerimizin bir kısmını aşağıya özet olarak çıkardık.
Buyurun hep birlikte okuyalım :
“-.....Üzüntüyle söyleyelim sayın Başbakan Dersim’i Kerbela’ya benzetti. Bir Başbakan bir iktidar sahibi buraya girerse bu tarihe bakıp siyasi tartışma için malzeme çıkarıp birini suçlamak için buna yönelmeye kalkarsa sizin söylediğiniz gibi o bir siyasi partinin değil bir siyasi dönemin ortak sorumluluğudur ki, bugünkü iktidar partisinin afişlerle arkasına sığındığı ve kahramanımız ilan ettiği insanlar da Bayar, Menderes var o işin içinde. Yani, bir devletin ortak sorumluluğu.
17-25 Aralık yargısı, demokrasisi diye tarif edilebilir mi Türkiye? İleri demokrasi dediniz buraya geldik. Şimdi de yeni Türkiye deniliyor. Yeni Türkiye nedir? Soma mı, Ermenek mi? Ne? Uydurma davalar mı, imal edilmiş CD’ler mi? Yıllarca içeride tutulan genelkurmay başkanları mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan Yeni Türkiye’de Atatürk istismar edilmeyecek demiş. Sayın Cumhurbaşkanı Atatürk’ü sahiplenme konusunda bir yarış duygusu içinde konuşuyorsa bundan büyük mutluluk duyarım. Atatürk’ü neden istismar etsin CHP? Atatürk’le CHP iç içe. Atatürk’ü sahipleniyor.
Eğer yeni Başkanlık sarayını Erdoğan kendi parasıyla yaptıysa israftır. Eğer devletin parasıyla yapıysa çok ağır bir sorumsuzluktur. Ne estetik açıdan, ne işlevsellik açısından, ne bir haşmet yansıtması açısından başarılı bir uygulama olduğunu söylemek mümkün değil. Çok kaba ve artık günümüzde pek görülmeyen bir büyüklük özleminin yansıdığı bir yapı olarak düşünülüyor. Ayrıca bunu yaparken Başkanlık rejimi olacak diye planlanmış. Ama şu an durum öyle değil. Koca boş bir saray var, Başbakan oraya gelmiyor. Bu sayın Erdoğan’ın o binanın haşmetinin tutsağı haline dönüşmesi sonucunu da doğurabilir. O haşmet bir hasretlik, tecrit edilme ve tutsaklık tablosuna da dönüşebilir.
Menderesler, Demireller, Erdoğan bunların hepsi cumhuriyet projesinin uygulayıcısıdır. Son 12 yıllık iktidar o projeyi bozmaya çalıştı biraz, önemli adımlar da attı farkındayım ama o proje işliyor. İşlemeye devam edecek.
2015 seçimlerinde Sayın Cumhurbaşkanı AK Parti lehine oy isterse bu anayasayı ihlal olur. Tartışma götürmez. Taraf olma kaba bir şekilde Anayasa’yı tekmelemek demektir. Yapar mı, inşallah yapmaz. Yaparsa bu Türkiye’deki bunalımı daha derinleştirir, daha arttırır. Gerilimi daha da yükseltir. Partinin bir genel başkanı var, bırakın seçime girsin, ya kazanır ya kaybeder. Halk başka bir parti seçti diyelim ne olacak, kavga mı edeceğiz? Bu kadar kavgayı öngören bir tercih yapılabilir mi? Yapmayacağını, aklın, sağduyunun, mantığın o düzeye gelmediğini düşünüyorum.
Tayyip Bey’den kurtulmanın kestirme yolu, “Baykal hayır diyecekti ve bu iş olmayacaktı” diyorlar, ne güzel dünya. Biz yüzde 34 oy almış bir partinin meşru genel başkanı olan bir siyasetçinin milletvekili olmasını engelleme pozisyonuna partiyi sokmuş olsaydık, o pozisyonda biz perişan olurduk. Dışarıda kahraman olur, efsane olur. Giderek daha büyük mağdur olur ve bunu yürütemezsin. Bugün yine hiç tereddüt etmeden desteklerim. Yüzde 34 oy almış bir adamın mahkûmiyet yaşadığı için vekil olamamasına sevinmedim ve bunu yanlış buldum. Kim olursa olsun bunu yapardım.
Bir parti uzun süre iktidara gelemeyince niye gelemiyoruz diye arayışlara başlar, önce birilerini suçlar. O gitsin o engelliyor derler. Olur, bir şekilde, sonra görülür ki değişen bir şey yok. Hatta belki adam daha iyi yapıyordu. O da irdelemeye değer bir tablodur. Neden o zaman diye düşünülmeye başlanır. Kendi siyasi kimliğini sorgulamaya başlar ve kendi kimliğini aşan arayışlara yönelmeye başlar ve bu bir özenme, taklit etme, başkalarına benzeme hevesi gibi arayışları ortaya çıkarır. Bir süre sonra onunla da bir şey olmadığı ortaya çıkar ve bu arayışlara karşı bir tepki oluşmaya başlar. Bizim kimliğimizden ne sıkıntımız var derler.
Bir siyasi partiye elbette yeni katılımlar olur ve parti de zenginleşmek açılmak ister. Bu çok da doğaldır.
Ben ilkelerinden ahlakından siyasi bilincinden kuşku duymadığım saygı duyduğum insanların CHP’de artık siyaset yapma imkânı kalmadı diyerek ayrılıyor olduklarını görünce büyük ızdırap duyuyorum. Böyle bir ayrışmayı taşıyacak noktada değiliz.
Bugün etnisite kışkırtıcılığı yapan siyasi çevreler dâhil olmak üzere herkes millet kavramında bir mutabakat sağlamaya çalışıyor. Millet demek, etnisiteyi inkâr etmek demek değildir. Etnisitenin üzerinde bir ayniyeti aramak ve yakalamak demektir. Türk milletini bir ırk kavramı olarak algılamak çok büyük bir yanlıştır.
Atatürk bugün 133 yaşında. Ve 76 yıldır yaşamadığı halde, genç, ışıl ışıl, dipdiri bir siyaset yıldızı kimliğini muhafaza ediyor. Böyle bir şahsiyeti çeşitli yönlerden sahiplenmek isteyen kesimler olacaktır. Bunda bir sakınca yoktur. Atatürk’ü kendine göre tanımlayanın önüne geçmeye gerek yok.
Atatürk bir devlet kurucudur. Kurulmuş bir devleti idare eden ya da idare ederken eline gözüne bulaştıran biri değildir. Çok modern kavramlarla bir devlet kurmuştur. Ve o ana ilkelerin özü bugün Türkiye’de de dünyada da yapılan işin ne kadar başarılı ve müthiş olduğunu ortaya koymaktadır.
Her şey bir yana uluslaşma ve laikleşme bir yana. Atatürk etnik kimlikleri aşan bir siyasi kimlikle bir ulus şekillendirmek istemiştir.
Uluslaşmanın uygulamada çok sıkıntılar yarattığına dair çok şikâyet olabilir ve şu anda konuşulanlar da zaten oradan kaynaklanıyor ama olayın özü önemlidir. Ve olayın özü etnisiteyi aşan bir siyasi kimlik yakalamadır.
Büyük bir değer var orada. O değer Türkiye’nin huzuru, barışı ve bölge için çok önemli. Bu ırk üstünlüğü dayatmasıdır deyip parçalamayalım. Hatalar yapılmış olabilir, onu konuşalım hesabını soralım.
Milli irade diyen Atatürk’tür diyor Sayın Cumhurbaşkanı. Evet, milli irade diyen Atatürk’tür ama ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ diyen de Atatürk’tür. Laikliği getiren de odur. Bunları görmeyeceksin, milli irade diyeceksin. Atatürk milli iradeyi saltanatı ve hilafeti aşan bir meşruiyet temeli olarak, bir egemenlik temeli olarak düşünmüş ve bu coğrafyada ilk defa ortaya koymuş. Elbette demokrasi milli iradeye indirgenecek bir kavram değil ama milli irade demokrasinin cumhuriyetin rakibi olacak bütün egemenlik modellerini silip atmış.
Laikleşme hiçbir şekilde dine karşı bir olay olarak ifade edilemez, hiçbir zaman da böyle düşünülmemiştir. Laiklik demokrasi demektir. Laik olmadan demokrat olunamaz. Laiklik barış demektir. Laikliğin olmadığı ortamda din kavgası vardır, mezhep kavgası vardır. Mezhep kavgasının önüne geçecek olan olay laikliktir.
Türkiye’de demokrasi ihlalleri var. Onu da aşacağız inanıyorum. Yargı, hukuk siyasi iktidarın denetimine alındı. Bu bir facia.
Siyasetçiler sıkıştıkça terminoloji değişikliği ile bir tazelenme arayışı içine girerler. Bir süre önce ileri demokrasi lafı çıktı. Ne oldu sonra? Normal demokrasiyi kaybettik. Basının hali ortada.
CHP’de çekişmeler bitmiyor algısı bize yapıştırılıyor. Bunun bir kısmı abartılı bir değerlendirme. Her partide tartışma olur bunun çok önemi yok. Asıl mesele cumhuriyeti tek parti düzeni içinde kurmuş bir partinin çok partili rejimde tek başına ülkeyi yönetir noktaya gelmesine duyulan büyük özlem. Bu hem parti içinde hem de oy verenler arasında sürekli bir sıkıntı yaratıyor.
Türkiye maalesef adalete, gelir dağılımında ve eğitimde ve dış politikada çok ciddi zafiyetler sergiliyor. Bu konularda ciddi atılımlara ihtiyaç var. Tıkanıklık bir aşılabilse, şu andaki gayritabii siyasi yapı değiştirilebilse… Yüzde 50’nin altındaki bir oyla üçte iki çoğunluk elde edip bir hegemonya tesis etme... Bir iktidar değişimi olsa çok iyi olacak.
2015 seçimlerinin Türkiye’de bir yenilenmenin, bir değişimin umudunu yeşertmesi ve bunun kapısını açması gerekiyor. Siyasette en büyük terbiye iktidarın geçici olduğunun görülmesidir. Bir süredir Türk siyasetinde böyle terbiyeli bir unsur yok. İktidar ebedi gibi bir anlayış var. Bu yolsuzluklara, hukuksuzluklara yol açıyor. Hâlbuki iktidarın değişebilir olması çok önemlidir. Değiş-memesi memnuniyetten kaynaklansa bir sorun yok da çoğu kez memnuniyetten değil çaresizlikten teslimiyetten ortaya çıkan bir durum oluşuyor.
FACEBOOK YORUMLAR