KADINLAR İNSANDIR, BİZ İNSANOĞLU!...
Türkiye Kamu-Sen İl Başkanı Ahmet KESKİN 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Nedeniyle Yaptığı Açıklamada; Bir kadın düşünün… Sadece tek bir kadın, üzerindeki sorumlulukları, onun naif duruşunu, onun sevgi dol
07 Mart 2019 - 21:22
Türkiye Kamu-Sen İl Başkanı Ahmet KESKİN 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Nedeniyle Yaptığı Açıklamada;
Bir kadın düşünün…
Sadece tek bir kadın, üzerindeki sorumlulukları, onun naif duruşunu, onun sevgi dolu gözlerini düşünün.
Bir anne, bir eş, bir sevgili, bir kız kardeş, bir dost…
Her şey olabilmenin o ağır yüküne rağmen, size ne kadar şefkatle yaklaştığını düşünün.
Büyük ozanımız Neşet Ertaş’ın “Kadınlar insandır, biz insanoğlu” diyerek muhteşem bir biçimde ifade ettiği üzere, tüm insanlığın ve insan yaşamının kaynağıdır.
Toplumun en asli ve vazgeçilmez unsuru, insanlığın birbirinden ayrılmaz, yeri doldurulamaz parçasıdır kadın.
Buna rağmen bütün toplumlar, kadınla erkek arasındaki fizyolojik farkı gözeterek, toplumu erkek ve kadın olarak iki gruba ayırmış ve her grubun da statü ve rollerini birbirinden değişik olarak tayin etmiştir. Bu sebepledir ki, dünya geneline baktığımızda kadınların erkeklere oranla eğitim seviyelerinin daha düşük, işsizliğin daha yüksek olduğunu görüyoruz. Kadının eğitimini kısıtlayan bu toplumsal yapı içerisinde, güvenceli bir iş ve kariyer sahibi olmak için hayat boyu öğrenmeyi zorunlu kılan bir istihdam sistemi ortaya çıkmıştır. Bu tezat, kadınları iş hayatından uzaklaştırırken, acımasız rekabet şartları karşısında biraz daha geri plana itmektedir.
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de kadınların katliam boyutuna ulaşan şiddet olaylarıyla, eğitimsizlik, işsizlik, çocuk yaşta evlilik gibi köklü sorunlarla karşı karşıya kaldığını görmek bizleri derin bir üzüntüye sevk etmektedir. Aslında ülkelerin genel gelişmişlik seviyeleri ile kadınların toplum içindeki yeri doğrudan orantılı bir seyir izlemektedir. Kadınların toplumsal yaşamdan en fazla soyutlandıkları toplumlar her alanda en geri kalmış ülkeleri oluşturmaktadır. Kadınların ekonomik, siyasi ve sosyal hayata en fazla katılım sağladığı ülkeler ise gelişmişlik seviyesinde de büyük bir ivme yakalamış olanlardır. Dolayısıyla ülkelerin gelişmesinin anahtarı, kadınlardan geçmektedir.
Üzülerek ifade etmeliyim ki, ülkemizde kadınlarımızın sosyal ve ekonomik alanda arzu edilen noktada olduğunu söylemek oldukça güçtür. Son 3 yıl içinde adli kayıtlara geçmiş 932 kadınımızı aile içi şiddete kurban verdik. Bununla birlikte cinsel istismar vakaları da her geçen gün artmakta, ülkemiz adına adeta bir utanç tablosu oluşturmaktadır. Üstelik bu istismar olaylarının % 90’ının mağdurun en yakınındaki kişiler tarafından gerçekleştirilmesi ise başka bir yara olarak vicdanlarımızı sızlatmaktadır. Bu gerçekler ışığında kadına şiddet ve cinsel istismara karşı gerekli her türlü adli ve idari tedbirin alınması, bu tür insanlık dışı olayların en şiddetli biçimde cezalandırılması, yıllardır kanayan toplum vicdanını bir nebze olsun rahatlatacak, hepimizi derin üzüntülere sevk eden bu suçların azalması yolunda caydırıcı bir rol oynayacaktır.
Ülkemizde okuma yazma bilmeyenlerin yüzde 82,9’unu kadınlar oluşturmaktadır. 40 milyonu aşkın kadın nüfusumuzun dörtte biri ilkokul mezunudur. Genç kadınlarımızda işsizlik oranı yüzde 25 dolayındadır. Yönetici pozisyonlarında bulunan kadınlarımızın sayısı bir elin parmaklarını dahi geçemeyecek kadar azdır. Türkiye nüfusunun yüzde 49,8’ini kadınlar oluşturmaktayken işgücüne katılan 32,3 milyon kişiden yalnızca 10,5 milyonu kadındır. Devlet Personel Başkanlığı’nın verilerine göre, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen personelin yüzde 37,98’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu rakamlar da gösteriyor ki, kadınlarımız çalışma hayatında yeteri kadar yer alamamakta, kariyer gelişimi noktasında geride kalmakta ve daha düşük ücretlerle, güvencesiz bir biçimde çalışmak zorunda kalmaktadır. Şunu da ifade etmeliyim ki, Allah’ın kadınlara bahşettiği annelik sıfatı nedeniyle geri plana itilmesi, yeterli liyakate sahip olduğu halde hak ettiği görevlere getirilmemesi ve işten çıkarılacaklar listesinde en üst sıraya oturtulması asla ve asla kabul edilemez bir durumdur.
Günümüzde çalışan kadınların sorunlarını azaltmaya yönelik, doğum yapan kadınlara yarım gün çalışma hakkı gibi birtakım tedbirler alınsa da, iş güvencesi, çalışma süreleri, kreş imkânları, yasal korumalar ve toplumsal bilinç anlamında ideal seviyenin oldukça gerisinde kaldığımız da inkâr edilemez bir gerçektir. Kaldı ki, kanunun yasalaşmasının üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen ilgili yönetmelik çıkarılmadığı için kamuda çalışan kadınlarımız yarım gün çalışma hakkından da mahrum bırakılmaktadırlar.
Kadınlarımızı toplum hayatından koparmaya çalışan, şiddet uygulayarak adeta kadınları infaz eden, asılsız gerekçelerle kadınlarımıza ikinci sınıf vatandaş muamelesini layık gören, onların erdem ve değerini hala anlayamayan zihniyetlere karşı, tarihimiz ibret verici örneklerle doludur. Kadın ve erkek bir arada olduğunda bu toplumu yıkacak hiçbir güç olmayacaktır. Bunun için hayatın yükü karşısında erkeklerle omuz omuza mücadele veren analarımızı, tarihi değerlerimizi akıllarımızdan asla çıkarmadan hareket etmeliyiz.
Eğer bu topraklar üzerinde mutlu, müreffeh ve huzurlu bir gelecek inşa etmek istiyorsak kadınlarımızın eğitimine, çalışmasına, yükselmesine ve güvencelerine önem vermek zorundayız. Kadına vurulan her darbe, toplumumuzun varlığına yöneltilmiş bir tehdittir. Bu bakımdan kadınların haklarını korumak en az kadınlar kadar erkeklerin de görevi olmalıdır. Atatürk, "İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?" diyerek dünyadaki birçok gelişmiş ülkeye öncülük etmiş ve kadınlara başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere her türlü medeni hakkı tanımıştır.
Ama bugün gelinen noktada kadınlarımızın toplumsal hayattaki yerini arzu edilen noktaya çıkaramadığımızı görüyoruz.
Her zaman dile getirdiğimiz gibi kadın ne denli güçlü ise toplum da o denli güçlü olacaktır. Öyleyse toplumumuzu güçlü kılmak için, önce kadınımızı güçlü kılmak zorundayız. Toplumsal adaleti sağlamak için, önce toplumun diğer yarısı olan kadınların toplum içindeki etkinliğini ve toplumsal refahımızı artırarak toplumumuzu daha zengin kılmak için, önce kadınlarımızı her anlamıyla zengin kılmak zorundayız.
Bu duygu ve düşünceler içinde bir kez daha, başta evlat acısıyla yüreği yanan, bu vatan uğruna canlarını veren kahraman şehitlerimizin anneleri olmak üzere tüm kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
Bir kadın düşünün…
Sadece tek bir kadın, üzerindeki sorumlulukları, onun naif duruşunu, onun sevgi dolu gözlerini düşünün.
Bir anne, bir eş, bir sevgili, bir kız kardeş, bir dost…
Her şey olabilmenin o ağır yüküne rağmen, size ne kadar şefkatle yaklaştığını düşünün.
Büyük ozanımız Neşet Ertaş’ın “Kadınlar insandır, biz insanoğlu” diyerek muhteşem bir biçimde ifade ettiği üzere, tüm insanlığın ve insan yaşamının kaynağıdır.
Toplumun en asli ve vazgeçilmez unsuru, insanlığın birbirinden ayrılmaz, yeri doldurulamaz parçasıdır kadın.
Buna rağmen bütün toplumlar, kadınla erkek arasındaki fizyolojik farkı gözeterek, toplumu erkek ve kadın olarak iki gruba ayırmış ve her grubun da statü ve rollerini birbirinden değişik olarak tayin etmiştir. Bu sebepledir ki, dünya geneline baktığımızda kadınların erkeklere oranla eğitim seviyelerinin daha düşük, işsizliğin daha yüksek olduğunu görüyoruz. Kadının eğitimini kısıtlayan bu toplumsal yapı içerisinde, güvenceli bir iş ve kariyer sahibi olmak için hayat boyu öğrenmeyi zorunlu kılan bir istihdam sistemi ortaya çıkmıştır. Bu tezat, kadınları iş hayatından uzaklaştırırken, acımasız rekabet şartları karşısında biraz daha geri plana itmektedir.
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de kadınların katliam boyutuna ulaşan şiddet olaylarıyla, eğitimsizlik, işsizlik, çocuk yaşta evlilik gibi köklü sorunlarla karşı karşıya kaldığını görmek bizleri derin bir üzüntüye sevk etmektedir. Aslında ülkelerin genel gelişmişlik seviyeleri ile kadınların toplum içindeki yeri doğrudan orantılı bir seyir izlemektedir. Kadınların toplumsal yaşamdan en fazla soyutlandıkları toplumlar her alanda en geri kalmış ülkeleri oluşturmaktadır. Kadınların ekonomik, siyasi ve sosyal hayata en fazla katılım sağladığı ülkeler ise gelişmişlik seviyesinde de büyük bir ivme yakalamış olanlardır. Dolayısıyla ülkelerin gelişmesinin anahtarı, kadınlardan geçmektedir.
Üzülerek ifade etmeliyim ki, ülkemizde kadınlarımızın sosyal ve ekonomik alanda arzu edilen noktada olduğunu söylemek oldukça güçtür. Son 3 yıl içinde adli kayıtlara geçmiş 932 kadınımızı aile içi şiddete kurban verdik. Bununla birlikte cinsel istismar vakaları da her geçen gün artmakta, ülkemiz adına adeta bir utanç tablosu oluşturmaktadır. Üstelik bu istismar olaylarının % 90’ının mağdurun en yakınındaki kişiler tarafından gerçekleştirilmesi ise başka bir yara olarak vicdanlarımızı sızlatmaktadır. Bu gerçekler ışığında kadına şiddet ve cinsel istismara karşı gerekli her türlü adli ve idari tedbirin alınması, bu tür insanlık dışı olayların en şiddetli biçimde cezalandırılması, yıllardır kanayan toplum vicdanını bir nebze olsun rahatlatacak, hepimizi derin üzüntülere sevk eden bu suçların azalması yolunda caydırıcı bir rol oynayacaktır.
Ülkemizde okuma yazma bilmeyenlerin yüzde 82,9’unu kadınlar oluşturmaktadır. 40 milyonu aşkın kadın nüfusumuzun dörtte biri ilkokul mezunudur. Genç kadınlarımızda işsizlik oranı yüzde 25 dolayındadır. Yönetici pozisyonlarında bulunan kadınlarımızın sayısı bir elin parmaklarını dahi geçemeyecek kadar azdır. Türkiye nüfusunun yüzde 49,8’ini kadınlar oluşturmaktayken işgücüne katılan 32,3 milyon kişiden yalnızca 10,5 milyonu kadındır. Devlet Personel Başkanlığı’nın verilerine göre, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen personelin yüzde 37,98’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu rakamlar da gösteriyor ki, kadınlarımız çalışma hayatında yeteri kadar yer alamamakta, kariyer gelişimi noktasında geride kalmakta ve daha düşük ücretlerle, güvencesiz bir biçimde çalışmak zorunda kalmaktadır. Şunu da ifade etmeliyim ki, Allah’ın kadınlara bahşettiği annelik sıfatı nedeniyle geri plana itilmesi, yeterli liyakate sahip olduğu halde hak ettiği görevlere getirilmemesi ve işten çıkarılacaklar listesinde en üst sıraya oturtulması asla ve asla kabul edilemez bir durumdur.
Günümüzde çalışan kadınların sorunlarını azaltmaya yönelik, doğum yapan kadınlara yarım gün çalışma hakkı gibi birtakım tedbirler alınsa da, iş güvencesi, çalışma süreleri, kreş imkânları, yasal korumalar ve toplumsal bilinç anlamında ideal seviyenin oldukça gerisinde kaldığımız da inkâr edilemez bir gerçektir. Kaldı ki, kanunun yasalaşmasının üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen ilgili yönetmelik çıkarılmadığı için kamuda çalışan kadınlarımız yarım gün çalışma hakkından da mahrum bırakılmaktadırlar.
Kadınlarımızı toplum hayatından koparmaya çalışan, şiddet uygulayarak adeta kadınları infaz eden, asılsız gerekçelerle kadınlarımıza ikinci sınıf vatandaş muamelesini layık gören, onların erdem ve değerini hala anlayamayan zihniyetlere karşı, tarihimiz ibret verici örneklerle doludur. Kadın ve erkek bir arada olduğunda bu toplumu yıkacak hiçbir güç olmayacaktır. Bunun için hayatın yükü karşısında erkeklerle omuz omuza mücadele veren analarımızı, tarihi değerlerimizi akıllarımızdan asla çıkarmadan hareket etmeliyiz.
Eğer bu topraklar üzerinde mutlu, müreffeh ve huzurlu bir gelecek inşa etmek istiyorsak kadınlarımızın eğitimine, çalışmasına, yükselmesine ve güvencelerine önem vermek zorundayız. Kadına vurulan her darbe, toplumumuzun varlığına yöneltilmiş bir tehdittir. Bu bakımdan kadınların haklarını korumak en az kadınlar kadar erkeklerin de görevi olmalıdır. Atatürk, "İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?" diyerek dünyadaki birçok gelişmiş ülkeye öncülük etmiş ve kadınlara başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere her türlü medeni hakkı tanımıştır.
Ama bugün gelinen noktada kadınlarımızın toplumsal hayattaki yerini arzu edilen noktaya çıkaramadığımızı görüyoruz.
Her zaman dile getirdiğimiz gibi kadın ne denli güçlü ise toplum da o denli güçlü olacaktır. Öyleyse toplumumuzu güçlü kılmak için, önce kadınımızı güçlü kılmak zorundayız. Toplumsal adaleti sağlamak için, önce toplumun diğer yarısı olan kadınların toplum içindeki etkinliğini ve toplumsal refahımızı artırarak toplumumuzu daha zengin kılmak için, önce kadınlarımızı her anlamıyla zengin kılmak zorundayız.
Bu duygu ve düşünceler içinde bir kez daha, başta evlat acısıyla yüreği yanan, bu vatan uğruna canlarını veren kahraman şehitlerimizin anneleri olmak üzere tüm kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
FACEBOOK YORUMLAR