Kim, Neye Karşı!
Yerleşim alanlarının afetlere karşı dirençli bir anlayışla planlanabilmesi, toplumun afetler karşısında daha güvenli ve hazır hale getirilmesinin bir parçası olarak “Fay Yasası” adı altında önerilen yasa değişikliği teklifimiz son günlerde kamuoyunun gündeminde ön plana çıkmıştır.
12 Aralık 2020 - 18:12
Her ne kadar adı “Fay Yasası” olarak tanımlansa da bu öneri sadece 7269 sayılı yasada yüzey faylanması tehlikesi taşıyan alanlarda planlama ve yapılaşma süreçlerinin yeniden düzenlenmesini içeren bir mevzuat değişikliği değildir; aynı zamanda 3194 ve 4708 sayılı yasalarda da değişiklikler öneren ve böylece imar, afet ve yapı denetim hukukunun risk azaltma odaklı bir hedef doğrultusunda birbiriyle daha uyumlu bir şekilde işletilmesini hedefleyen bir düzenlemedir. Ancak bu önerimiz içerdiği bütünsellikten ve depremsellik bağlamından kopartılmakta, yanlış çıkarsamalarla hiç ummadığımız çevreler tarafından bile “heyelanlı alanlar, dere yatakları, fay zonlarının üstünü, çığ tehlikesi taşıyan bölgelerin sınırsız olarak imar ve yapılaşma amacıyla kullanılmasına neden olacak” şeklinde görüşler beyan edilmektedir.
Bu nedenle konuya ilişkin bazı açıklamaların ve bilgilendirmelerin tekrar yapılması ihtiyacı ve gerekliliği duyulmuştur.
Günümüzde tüm dünyada afet ve afet yönetimi, ister doğa, isterse de insan etkilerinden kaynaklı olsun, bütün tehlike kaynaklarının yasal mevzuat içinde tanımlanması ve bu tehlike kaynaklarının yaratacağı risklerin öngörülerek azaltılması ve risklere yönelik önlemlerin afetler öncesinde alınması prensibine dayanmaktadır.
Bu çerçeveden bakıldığında;
1-Deprem hasarı sarsıntı etkisinin yanı sıra, bu etki ile tetiklenen sıvılaşma, heyelan, kaya düşmesi gibi zemin davranışları, tsunami ve diri fay boyunca oluşan hareketin yer yüzeyinde düşeyde ve/veya yatayda meydana getirdiği kırık, yer değiştirme, kayma, sıkışma, çökme gibi deformasyonları kapsar. Bu deformasyon alanı “Yüzey Faylanması Tehlike Kuşağı” olarak tanımlanır.
Yüzey faylanması tehlike kuşağı içinde yer alan yapılar, hem fayın hareket mekanizmasına bağlı olarak (fay türüne bağlı) düşeyde veya yatayda meydana gelen deformasyonlardan, hem de sarsıntı etkisi ile yıkıma uğrarken, faydan uzak mesafede yer alan yapılar ise sarsıntı etkisi ile yıkılmaktadır. Bu nedenle gelecekte yüzey kırılmasıyla sonuçlanabilecek ve üzerindeki tüm yapılarda yoğun hasar yaratabilecek yüzey faylanması tehlikesine karşı geçerliği kanıtlanmış bilimsel kurallara dayanan değerlendirmelerin yapılması ve risk azaltıcı önlemlerin önceden alınması gereklidir.
Yaşadığımız deprem deneyimlerinden belli bir büyüklüğün üzerindeki depremlerde yüzey faylanması tehlike zonlarında yer alan bina ve yapıların hasar görmeden ayakta kalması olanağının bulunmadığı bilinmektedir. Depremler sonucu fay deformasyon alanlarının dışında meydana gelen yıkım ve hasarların büyük bölümünün aslında imara açılmaması gereken zayıf dayanımlı, suya doygun milli servet niteliğindeki ovalar ve tarım alanları üzerinde meydana geldiği, bununla birlikte jeolojik zemin profili, zemin jeoteknik dayanımları ve deprem yükleri altındaki tepkileri doğru tahkik edilmeyen diğer yapı alanlarındaki zeminlerle uyumsuz yapılaşmadan kaynaklandığının da elbette farkındayız. Ancak yüzey faylanmasının yerleşim alanları için çok daha farklı bir nedene dayanan açık bir tehlike ve risk faktörü olduğunun da farkındayız. Yoksa iddia edildiği gibi ne deprem gerçeği ve risklerini yüzey faylanmasına indirgemek ve onunla sınırlı tutmak, ne de “yüzey kırıkları tespit edilemiyorsa deprem riskinin olmadığını varsaymak” söz konusudur.
Yüzey faylanması ülke depremselliğinin bir parçasıdır, depremin yarattığı tüm tehlike kaynaklarına karşı bütünsel bir bakış açısıyla mücadele edilebilir. Bu bakış açısının her zaman en büyük savunucusu, doğaldır ki deprem araştırmaları mesleki derinliğinin bir parçası olan Jeoloji Mühendisliği ve onun meslek örgütü Jeoloji Mühendisleri Odasıdır.
2- “Fay yasası” olarak bilinen teklifin temel hedefi, yüzeyde görülen ve aktif olan fayların her iki tarafına oluşturulacak “sakınım bandı içinde” kalan alanda bina ve bina türü yapılaşmaya sınırlama getirilerek yerleşim yerlerindeki afet riskinin, can ve mal kaybının azaltılarak afetlere karşı dayanıklılığın artırılması sürecine katkı vermektir.
Odamızın yaptığı tespitlere göre şu anda 18 kent, 80’ni aşkın ilçe ve 502 köydeki 100.000’in üzerinde bina, 600.000’den fazla insanımız “yüzey faylanması tehlike zonu” üzerinde yaşamaktadır.
Yüzey faylanmasına karşı sakınım bandı oluşturulması ve yapılaşmaya kısıtlama getirilmesi önerimiz, 50 yıldır ABD, 30 yılı aşkın süredir 27 Avrupa Birliği ülkesi, Japonya, Yeni Zelanda, Tayvan gibi ülkemizle benzer biçimde topraklarında diri fay barındıran birçok ülkede uygulanmaktadır. Bu olgunun ulusal mevzuatımıza kazandırılması ile ülkemiz insanı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi taşkın, heyelan, çığ ve kaya düşmesi tehlikelerinin yanı sıra yüzey faylanması tehlikesine karşı da korunan güvenli ve sağlıklı alanlarda yaşama hakkına bir adım daha atmış olacaktır. Başta meslek odaları olmak üzere konuyla ilgili çalışmalarda bulunan kişi ve kurumların ülkemiz yerleşimleri ve bu yerleşimlerdeki yurttaşlar için bu korumayı sağlayacak mekanizmalara duyarsız kalmaması, kendi mesleki derinliği içerisinde bu amaçla öneri ve yaklaşımlar geliştirmesi kamusal bir sorumluluktur.
Belirtilen jeolojik riskli alanlarda yaşayan insanlarımızın yaşam hakkını savunmak buna yönelik girişimlerde bulunmak doğrudan kamu yararına ilişkin bir faaliyet olup, toplumsal ve mesleki sorumluluğumuzun bir gereğidir. Gerçeği sessiz kalmayarak dile getiren Odamızın önerisine karşı çıkarak, fay zonları ile heyelanlı alanlar, çığ ve kaya düşme tehlikesi bulunan alanlar veya taşkın alanları gibi riskli alanlarda yaşamanın güvenli olduğunu söylemek, bunca can kaybına rağmen bu alanlarda yapılaşmayı önermek mi kamu yararınadır?
3-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı başta olmak üzere ilgili Bakanlıkların bu konuda günümüze kadar yaptıkları düzenlemeler, toplumun ihtiyaçlarını afet risklerini önceleyen, zarar azaltıcı bir bakış açısı ile karşılamak yerine, imar, afet, planlama, yapı üretim ve denetim, kentsel dönüşüm, çevre, orman, tabiat varlıklarını koruma gibi kanunlarda yaptıkları değişiklikler kentlerimizi doğa kaynaklı afetlere karşı korumasız bırakmış, her depremde veya taşkında daha fazla insanımızı kaybeder hale getirmiştir.
Konuya “Fay Yasası” önerisi açısından bakılacak olursa, Ülkemizde bugüne kadar kentsel yerleşim alanlarında gerçekleştirilecek mekânsal planlama süreçleriyle yüzey faylanması olgusunu ilişkilendiren ne bir fay yasası ne buna ilişkin bir yönetmelik ne de tek bir tebliğ bulunmamaktadır. Bu nedenle 2004 yılında toplanan ve TMMOB bağlı çok sayıda Odanın da katıldığı Deprem Şurasının temel önerilerinden biri diri faylar konusunda araştırma ve mevzuatının oluşturulması olmuştur.
Diğer yandan ulusal afet hukukuna ve uygulamalarına ilişkin bir bilgi eksikliğini de gidermek isteriz. 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlere Dair Kanun’un herhangi bir maddesinde yüzey faylanmasına dair açık bir hüküm olmaması nedeniyle yüzey faylanması konusunda belirli ve ortak bir afet uygulaması gerçekleştirilememekte; imar ve afet uygulamasında yüzey faylanması depremselliğin bir parçası olarak görülmemektedir.
7269 sayılı yasanın birinci ve ikinci maddelerinde “deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman” olayları zaten açık bir şekilde sayılmıştır. “Fay Yasası” önerisi ile yapılan ise sadece bu sayılanlar arasına, tektonik deformasyon zonu olarak da birçok kaynakta tarif edilen “yüzey faylanması tehlike kuşağı veya sakınım bandının” ilave edilmesidir. Böylece bu alanların da tıpkı, heyelanlı alanlar, çığ ve kaya düşme tehlikesi bulunan alanlar veya taşkın alanları gibi “tehlike kaynağı” olarak tanımlanması, belirlenen tehlike bantları (sakınım bandı) üzerinde bina ve bina türü yapıların yapılmasının sınırlandırılarak risklerin minimize edilmesi hedeflenmiştir.
Öte yandan bilhassa 1999 depremlerinden bu yana bilinen diri faylar üzerindeki yerler Çevre Şehircilik Bakanlığı tarafından herhangi bir yasa ve yönetmeliğe ya da bilimsel kritere dayanılmaksızın “Önlemli Alan” İlan edilmekte ve yerleşime kapatılmaktadır. Önerilen Fay Yasası ile bu uygulamanın yasa ve yönetmelik çerçevesinde ve bilimsel kriterlere uyumu sağlanacak, 20 yıldır süregelen keyfi uygulamalar ve çözüm bekleyen bir sorun giderilecektir.
Önerilen düzenleme ile belirli büyüklükte deprem üreten fayların tektonik deformasyon zonu da tehlike kaynağı olarak görülecek ve buna ilişkin düzenlemeler yapılarak ülke insanının uğrayacağı can kayıplar azaltılacaktır. Bu nedenle de buna ilişkin yeni bir yasal değişikliğin yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
4-Odamız tarafından yapılan 08.09.2020 tarihli “Fay Yasasına “Evet” Ancak...” başlıklı basın açıklamasında kısaca “Fay Yasası” olarak tanımlamakla birlikte, deprem, heyelan, çığ düşmesi ve sel gibi doğa kaynaklı olayların afete dönüşmemesi için yapılaşmaya getirilecek kısıtlamaları kapsayan ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlere Dair Kanun’da değişikliği içeren önerimizin ilgili bazı kanunlarda asgari düzeyde değişiklikleri beraberinde getirmediği sürece başarıya ulaşma şansının bulunmadığı da özellikle vurgulanmıştır.
Bu kapsamda;
***7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlere Dair Kanun “afet öncesi, sırası ve sonrası” yapılacak iş ve işlemlere açıklık getirecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. Yine kanunun ikinci maddesi “yapılacak özel jeolojik araştırmalar sonucunda” aktif olduğu ve yüzey faylanması tehlikesi yaratma potansiyeli olduğu tespit edilen fay hatları ve zonları üstüne yapı yapılamayacağı mutlaka vurgulanmalı, ayrıca “DSİ Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanacak taşkın tehlike ve risk haritalarına göre taşkın riski yüksek olan alanlar ile heyelan, çığ ve kaya düşmesi tehlikesi ile karşı karşıya bulunan alanların yapılaşmaya açılmayacağı” şeklinde düzenlenmelidir.
***3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5. Maddesindeki “mekânsal strateji planı” tanımı içine, “sağlık ve afet politikaları” kavramı da alınarak madde “…..ekonomik, sosyal, sağlık, çevre ve afet politikaları…” şeklinde yeniden düzenlenmeli, yine 8. maddeye ek fıkra düzenlemesi yapılarak “ 7269 sayılı yasaya göre afet riski bulunan alanlar “ imar planlarına işlenmeli ve imar planları kapsamı içinde yapılaşmaya açılmayacağı” vurgulanmalı ve 22. maddesine yapılacak revizyonla “ruhsat vermeye yetkili belediye ve valiliklerin” 7269 sayılı yasaya göre “afet riskli alanlar içinde bulunan parsellere yapı ruhsatı verilmez” şeklinde bir düzenlemeye gidilmelidir.
***4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunun 3. Maddesinde düzenleme yapılarak, binaların oturduğu zeminler için yapılacak jeolojik araştırmaların “yerinde denetimi esas alacak şekilde kontrol ve denetim hizmetlerinin yürütüleceği” açıkça belirtilmeli, ayrıca söz konusu kanuna bir madde ilavesi ile aktif fay zonları, dere yatakları, taşkın, heyelan, kaya ve çığ düşmesi sınırları içinde yer alan alanlar içinde yapılacak olası yapıların proje müellifliğini veya fenni mesuliyetini üstelenen mühendis ve mimarlara yönelik caydırıcı işlemlerin tesis edileceğini” belirtir düzenleme yapılmalıdır.
***Aktif fay zonlarının üstü, dere yatakları, taşkın, heyelan, çığ ve kaya düşmesi tehlikesi alan sınırları içinde kalan yapılar öncelikle 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” kapsamına alınarak kamusal bir anlayışla kentsel dönüşüm çalışmaları hızlandırılmalı, ancak afet riskli alanlar içinde bina veya konutu bulunan vatandaşlarımızın mağdur edilmemesi için uygun alanlarda barınma ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanacağı çözüm önerileri geliştirilmelidir.
***Dere yataklarının doğal akışının değiştirilmesine, kesitlerinin daraltılmasına, moloz ve çöp döküm alanı, yol ve altyapı tesisi amaçlı kullanımına son verilmeli, bu kapsamda DSİ Genel Müdürlüğünce yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
***5393 sayılı Belediye Kanunu ile 5213 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanununda değişiklik yapılarak, aktif fay hatlarının üstü, dere yatakları, taşkın alanları, heyelan çığ veya kaya düşmesi tehlikesi yaşanacak alanların yeşil alan kullanımı dışında, hiçbir amaçla kullanılmayacağı, bu alanları farklı amaçla kullanıma açanlara yönelik idari ve cezai yaptırımların uygulanacağına yönelik düzenlemeler yapılmadır.
Şeklindeki yasa değişikliği önerilerimiz sıralanmış ve sonuç olarak; yukarıda vurgulanan düzenlemeleri içeren geniş bir çerçeveye sahip “Fay Yasasına” Evet” Diyoruz. Aksi takdirde rant politikaları yaklaşımını temel alan, bir “fay yasasının” toplumu doğa kaynaklı afetlere karşı korumasının mümkün olmayacağı da özellikle vurgulanmaktadır.
Bu açıklamalarımıza rağmen, kentsel dönüşüm yasası olarak bilinen 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun”un rant odaklı uygulamaları alakasız bir şekilde Oda önerimizle ilişkilendirilmeye çalışılarak benzer uygulamalara yol açacağı, istismara neden olacağı eleştirisinde bulunulmuştur. Tekrar belirtelim ki; aktif fay zonlarının üstü, dere yatakları, taşkın, heyelan, çığ ve kaya düşmesi tehlikesi alan sınırları içinde kalan yapıların, halk mağdur edilmeden kamusal bir anlayışla kentsel dönüşüme tabi tutulması ve barınma ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması gerektiği özellikle vurgulanmıştır. Önerimizin bir parçası olan bu ifadelerin; “sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini üretmenin bir yana bırakıldığı”, “uygulamaların ranta ve istismara dönüşmesine hizmet edeceği” şeklindeki yaklaşımlar da açıklanmaya muhtaç, yersiz değerlendirmelerdir. Belirttiğimiz riskli alanlarda yaşamanın kaçınılmaz sonucunu görmezden gelip, istismara yol açabileceği varsayımıyla bu olumsuzluğa kayıtsız kalamayarak, tehlikeyi vurgulayıp çözüm önerisini de getirmenin görev ve sorumluluğumuz olduğunu düşünüyoruz.
Yine, bir diğer tartışma konusu da kısaca “Fay Yasası” olarak nitelenen teklifin bir parçasını oluşturan 4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunu’na ilişkin değişiklik önerimizdir. Bu öneri binaların oturduğu zeminler için yapılacak jeolojik araştırmaların “yerinde denetimi esas alacak şekilde kontrol ve denetim hizmetlerinin yürütülmesine sağlamak amacıyla geliştirilmiş olan bu öneri; bina ve bina türü yapıların etüt ve proje süreçlerinden başlayarak arazide, sondaj çalışmalarının başladığı süreçten, bina yapım aşamasına kadar “denetim süreçlerinin kağıt üzerinde değil, fiili olarak yerinde denetimi esas alacak şekilde işletilmesi ve bu eksikliğin giderilmesi amacıyla getirilmiştir.
2020 yılı Ocak ayından bu yana ülkemizde yaşanan depremler, sel ve taşkınlar, heyelan ve çığ düşmesi sonucunda 240 yurttaşımız yaşamını yitirmiş, 3000’e yakın insanımız yaralanmış, 80.000’e yakın konut, işyeri vb bina bölümleri yıkılmış veya hasar görmüş, 20 milyar lira maddi kayıp oluşmuştur. Yaşanan yıkım ve can kayıplarının temel nedenlerinden birinin kamusal denetimden uzak bir anlayışla düzenlenen yapı denetim sistemi olması bilinmesine rağmen 11.12.2020 tarihinde çıkarılan “Yapı Denetim Uygulama Yönetmeliği” nde dahi sorunların çözümüne ilişkin düzenlemeler gerçekleştirilmemiştir. Bu yönetmelik değişikliğinin birkaç yapı denetim şirketine yarar sağlamanın dışında, ne İzmir-Bayraklı’da bataklık alana, ne Elazığ’da dere alüvyonları üzerine inşa edilen ve yıkılan binaların zemin etütlerinin denetimine, ne de 2020 yılı başından bu yana afetlerde 240 vatandaşımızın yaşamını yitirmesine neden olan olguların çözümüne ilişkin tek bir madde içermediği görülmektedir.
Sonuç olarak; İnsanoğlunun Ay’a ayak basmasından 10 yıl önce, Elazığ ve Malatya’da bu yıl meydan gelen depremlere kaynaklık eden Doğu Anadolu Fay Zonu’nun keşfinden yaklaşık 13 yıl önce, Marmara depremlerinden 40 yıl önce 1959 yılında çıkarılan 7269 sayılı ‘Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun başta olmak üzere, imar, planlama, kentleşme, yapı üretim ve denetim, kentsel dönüşüm yasalarının yeterli olduğunu savunmamızın olanaklı olmadığını, arsa, arazi ve imar rantiyerleri ile beton lobisinin etkisi ve onların ihtiyaçlarını giderir nitelikte çıkarılan çok sayıdaki düzenlemenin yaşam alanlarımızı, kentlerimizi, derelerimizi rant ve talan uğruna yaşanamaz hale getirdiğini, her depremde veya taşkında onlarca-yüzlerce insanımızı kaybettiğimizin de farkındayız.
İşte bu nedenle bilinmesini isteriz ki; “Fay Yasası” olarak adlandırılan teklif “yüzey faylanması tehlikesi oluşturabilecek aktif fay zonlarının (sakınım bandı içindeki alanların), heyelanlı alanlar, dere yatakları, taşkın alanları, çığ riski bulunan alanlar gibi doğa kaynaklı “tehlike kaynakları” olarak değerlendirilerek ulusal afet hukukunda tanımlı hale gelmesi ve bu alanlar üzerinde bina ve bina türü yapılaşmanın sınırlandırılması ve bu sürecin imar ve yapı denetim süreçleriyle uyumlu bir şekilde yürütülmesini hedefler. Bu bakış açısı ülke depremselliğinin tüm boyutlarıyla ve doğru bir şekilde kavranmasının bir sonucu olup herhangi bir kurum veya kuruluşa deprem risk azaltma sürecindeki diğer görev ve sorumluluklarını bir kenara bırakma/bıraktırma amacını taşımaz, rant politikalarının bir aracı olamaz veya böylesi bir amaca hizmet etmez; zaten etmesine de Odamız izin vermez.
Dün olduğu gibi bugün ve gelecekte depremlere karşı gerekli koruma önlemleri alınarak ülkemiz yerleşimlerinin gelecekteki deprem risklerinden korunması ve ortaya çıkacak zararların azaltılması için mesleki derinliğimizin, bilimin ve kamu yararının yanı sıra TMMOB’nin ilkeleri ve dayanışma ruhu ile mücadelemize devam edeceğiz.
Bu nedenle konuya ilişkin bazı açıklamaların ve bilgilendirmelerin tekrar yapılması ihtiyacı ve gerekliliği duyulmuştur.
Günümüzde tüm dünyada afet ve afet yönetimi, ister doğa, isterse de insan etkilerinden kaynaklı olsun, bütün tehlike kaynaklarının yasal mevzuat içinde tanımlanması ve bu tehlike kaynaklarının yaratacağı risklerin öngörülerek azaltılması ve risklere yönelik önlemlerin afetler öncesinde alınması prensibine dayanmaktadır.
Bu çerçeveden bakıldığında;
1-Deprem hasarı sarsıntı etkisinin yanı sıra, bu etki ile tetiklenen sıvılaşma, heyelan, kaya düşmesi gibi zemin davranışları, tsunami ve diri fay boyunca oluşan hareketin yer yüzeyinde düşeyde ve/veya yatayda meydana getirdiği kırık, yer değiştirme, kayma, sıkışma, çökme gibi deformasyonları kapsar. Bu deformasyon alanı “Yüzey Faylanması Tehlike Kuşağı” olarak tanımlanır.
Yüzey faylanması tehlike kuşağı içinde yer alan yapılar, hem fayın hareket mekanizmasına bağlı olarak (fay türüne bağlı) düşeyde veya yatayda meydana gelen deformasyonlardan, hem de sarsıntı etkisi ile yıkıma uğrarken, faydan uzak mesafede yer alan yapılar ise sarsıntı etkisi ile yıkılmaktadır. Bu nedenle gelecekte yüzey kırılmasıyla sonuçlanabilecek ve üzerindeki tüm yapılarda yoğun hasar yaratabilecek yüzey faylanması tehlikesine karşı geçerliği kanıtlanmış bilimsel kurallara dayanan değerlendirmelerin yapılması ve risk azaltıcı önlemlerin önceden alınması gereklidir.
Yaşadığımız deprem deneyimlerinden belli bir büyüklüğün üzerindeki depremlerde yüzey faylanması tehlike zonlarında yer alan bina ve yapıların hasar görmeden ayakta kalması olanağının bulunmadığı bilinmektedir. Depremler sonucu fay deformasyon alanlarının dışında meydana gelen yıkım ve hasarların büyük bölümünün aslında imara açılmaması gereken zayıf dayanımlı, suya doygun milli servet niteliğindeki ovalar ve tarım alanları üzerinde meydana geldiği, bununla birlikte jeolojik zemin profili, zemin jeoteknik dayanımları ve deprem yükleri altındaki tepkileri doğru tahkik edilmeyen diğer yapı alanlarındaki zeminlerle uyumsuz yapılaşmadan kaynaklandığının da elbette farkındayız. Ancak yüzey faylanmasının yerleşim alanları için çok daha farklı bir nedene dayanan açık bir tehlike ve risk faktörü olduğunun da farkındayız. Yoksa iddia edildiği gibi ne deprem gerçeği ve risklerini yüzey faylanmasına indirgemek ve onunla sınırlı tutmak, ne de “yüzey kırıkları tespit edilemiyorsa deprem riskinin olmadığını varsaymak” söz konusudur.
Yüzey faylanması ülke depremselliğinin bir parçasıdır, depremin yarattığı tüm tehlike kaynaklarına karşı bütünsel bir bakış açısıyla mücadele edilebilir. Bu bakış açısının her zaman en büyük savunucusu, doğaldır ki deprem araştırmaları mesleki derinliğinin bir parçası olan Jeoloji Mühendisliği ve onun meslek örgütü Jeoloji Mühendisleri Odasıdır.
2- “Fay yasası” olarak bilinen teklifin temel hedefi, yüzeyde görülen ve aktif olan fayların her iki tarafına oluşturulacak “sakınım bandı içinde” kalan alanda bina ve bina türü yapılaşmaya sınırlama getirilerek yerleşim yerlerindeki afet riskinin, can ve mal kaybının azaltılarak afetlere karşı dayanıklılığın artırılması sürecine katkı vermektir.
Odamızın yaptığı tespitlere göre şu anda 18 kent, 80’ni aşkın ilçe ve 502 köydeki 100.000’in üzerinde bina, 600.000’den fazla insanımız “yüzey faylanması tehlike zonu” üzerinde yaşamaktadır.
Yüzey faylanmasına karşı sakınım bandı oluşturulması ve yapılaşmaya kısıtlama getirilmesi önerimiz, 50 yıldır ABD, 30 yılı aşkın süredir 27 Avrupa Birliği ülkesi, Japonya, Yeni Zelanda, Tayvan gibi ülkemizle benzer biçimde topraklarında diri fay barındıran birçok ülkede uygulanmaktadır. Bu olgunun ulusal mevzuatımıza kazandırılması ile ülkemiz insanı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi taşkın, heyelan, çığ ve kaya düşmesi tehlikelerinin yanı sıra yüzey faylanması tehlikesine karşı da korunan güvenli ve sağlıklı alanlarda yaşama hakkına bir adım daha atmış olacaktır. Başta meslek odaları olmak üzere konuyla ilgili çalışmalarda bulunan kişi ve kurumların ülkemiz yerleşimleri ve bu yerleşimlerdeki yurttaşlar için bu korumayı sağlayacak mekanizmalara duyarsız kalmaması, kendi mesleki derinliği içerisinde bu amaçla öneri ve yaklaşımlar geliştirmesi kamusal bir sorumluluktur.
Belirtilen jeolojik riskli alanlarda yaşayan insanlarımızın yaşam hakkını savunmak buna yönelik girişimlerde bulunmak doğrudan kamu yararına ilişkin bir faaliyet olup, toplumsal ve mesleki sorumluluğumuzun bir gereğidir. Gerçeği sessiz kalmayarak dile getiren Odamızın önerisine karşı çıkarak, fay zonları ile heyelanlı alanlar, çığ ve kaya düşme tehlikesi bulunan alanlar veya taşkın alanları gibi riskli alanlarda yaşamanın güvenli olduğunu söylemek, bunca can kaybına rağmen bu alanlarda yapılaşmayı önermek mi kamu yararınadır?
3-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı başta olmak üzere ilgili Bakanlıkların bu konuda günümüze kadar yaptıkları düzenlemeler, toplumun ihtiyaçlarını afet risklerini önceleyen, zarar azaltıcı bir bakış açısı ile karşılamak yerine, imar, afet, planlama, yapı üretim ve denetim, kentsel dönüşüm, çevre, orman, tabiat varlıklarını koruma gibi kanunlarda yaptıkları değişiklikler kentlerimizi doğa kaynaklı afetlere karşı korumasız bırakmış, her depremde veya taşkında daha fazla insanımızı kaybeder hale getirmiştir.
Konuya “Fay Yasası” önerisi açısından bakılacak olursa, Ülkemizde bugüne kadar kentsel yerleşim alanlarında gerçekleştirilecek mekânsal planlama süreçleriyle yüzey faylanması olgusunu ilişkilendiren ne bir fay yasası ne buna ilişkin bir yönetmelik ne de tek bir tebliğ bulunmamaktadır. Bu nedenle 2004 yılında toplanan ve TMMOB bağlı çok sayıda Odanın da katıldığı Deprem Şurasının temel önerilerinden biri diri faylar konusunda araştırma ve mevzuatının oluşturulması olmuştur.
Diğer yandan ulusal afet hukukuna ve uygulamalarına ilişkin bir bilgi eksikliğini de gidermek isteriz. 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlere Dair Kanun’un herhangi bir maddesinde yüzey faylanmasına dair açık bir hüküm olmaması nedeniyle yüzey faylanması konusunda belirli ve ortak bir afet uygulaması gerçekleştirilememekte; imar ve afet uygulamasında yüzey faylanması depremselliğin bir parçası olarak görülmemektedir.
7269 sayılı yasanın birinci ve ikinci maddelerinde “deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman” olayları zaten açık bir şekilde sayılmıştır. “Fay Yasası” önerisi ile yapılan ise sadece bu sayılanlar arasına, tektonik deformasyon zonu olarak da birçok kaynakta tarif edilen “yüzey faylanması tehlike kuşağı veya sakınım bandının” ilave edilmesidir. Böylece bu alanların da tıpkı, heyelanlı alanlar, çığ ve kaya düşme tehlikesi bulunan alanlar veya taşkın alanları gibi “tehlike kaynağı” olarak tanımlanması, belirlenen tehlike bantları (sakınım bandı) üzerinde bina ve bina türü yapıların yapılmasının sınırlandırılarak risklerin minimize edilmesi hedeflenmiştir.
Öte yandan bilhassa 1999 depremlerinden bu yana bilinen diri faylar üzerindeki yerler Çevre Şehircilik Bakanlığı tarafından herhangi bir yasa ve yönetmeliğe ya da bilimsel kritere dayanılmaksızın “Önlemli Alan” İlan edilmekte ve yerleşime kapatılmaktadır. Önerilen Fay Yasası ile bu uygulamanın yasa ve yönetmelik çerçevesinde ve bilimsel kriterlere uyumu sağlanacak, 20 yıldır süregelen keyfi uygulamalar ve çözüm bekleyen bir sorun giderilecektir.
Önerilen düzenleme ile belirli büyüklükte deprem üreten fayların tektonik deformasyon zonu da tehlike kaynağı olarak görülecek ve buna ilişkin düzenlemeler yapılarak ülke insanının uğrayacağı can kayıplar azaltılacaktır. Bu nedenle de buna ilişkin yeni bir yasal değişikliğin yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
4-Odamız tarafından yapılan 08.09.2020 tarihli “Fay Yasasına “Evet” Ancak...” başlıklı basın açıklamasında kısaca “Fay Yasası” olarak tanımlamakla birlikte, deprem, heyelan, çığ düşmesi ve sel gibi doğa kaynaklı olayların afete dönüşmemesi için yapılaşmaya getirilecek kısıtlamaları kapsayan ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlere Dair Kanun’da değişikliği içeren önerimizin ilgili bazı kanunlarda asgari düzeyde değişiklikleri beraberinde getirmediği sürece başarıya ulaşma şansının bulunmadığı da özellikle vurgulanmıştır.
Bu kapsamda;
***7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlere Dair Kanun “afet öncesi, sırası ve sonrası” yapılacak iş ve işlemlere açıklık getirecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. Yine kanunun ikinci maddesi “yapılacak özel jeolojik araştırmalar sonucunda” aktif olduğu ve yüzey faylanması tehlikesi yaratma potansiyeli olduğu tespit edilen fay hatları ve zonları üstüne yapı yapılamayacağı mutlaka vurgulanmalı, ayrıca “DSİ Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanacak taşkın tehlike ve risk haritalarına göre taşkın riski yüksek olan alanlar ile heyelan, çığ ve kaya düşmesi tehlikesi ile karşı karşıya bulunan alanların yapılaşmaya açılmayacağı” şeklinde düzenlenmelidir.
***3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5. Maddesindeki “mekânsal strateji planı” tanımı içine, “sağlık ve afet politikaları” kavramı da alınarak madde “…..ekonomik, sosyal, sağlık, çevre ve afet politikaları…” şeklinde yeniden düzenlenmeli, yine 8. maddeye ek fıkra düzenlemesi yapılarak “ 7269 sayılı yasaya göre afet riski bulunan alanlar “ imar planlarına işlenmeli ve imar planları kapsamı içinde yapılaşmaya açılmayacağı” vurgulanmalı ve 22. maddesine yapılacak revizyonla “ruhsat vermeye yetkili belediye ve valiliklerin” 7269 sayılı yasaya göre “afet riskli alanlar içinde bulunan parsellere yapı ruhsatı verilmez” şeklinde bir düzenlemeye gidilmelidir.
***4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunun 3. Maddesinde düzenleme yapılarak, binaların oturduğu zeminler için yapılacak jeolojik araştırmaların “yerinde denetimi esas alacak şekilde kontrol ve denetim hizmetlerinin yürütüleceği” açıkça belirtilmeli, ayrıca söz konusu kanuna bir madde ilavesi ile aktif fay zonları, dere yatakları, taşkın, heyelan, kaya ve çığ düşmesi sınırları içinde yer alan alanlar içinde yapılacak olası yapıların proje müellifliğini veya fenni mesuliyetini üstelenen mühendis ve mimarlara yönelik caydırıcı işlemlerin tesis edileceğini” belirtir düzenleme yapılmalıdır.
***Aktif fay zonlarının üstü, dere yatakları, taşkın, heyelan, çığ ve kaya düşmesi tehlikesi alan sınırları içinde kalan yapılar öncelikle 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” kapsamına alınarak kamusal bir anlayışla kentsel dönüşüm çalışmaları hızlandırılmalı, ancak afet riskli alanlar içinde bina veya konutu bulunan vatandaşlarımızın mağdur edilmemesi için uygun alanlarda barınma ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanacağı çözüm önerileri geliştirilmelidir.
***Dere yataklarının doğal akışının değiştirilmesine, kesitlerinin daraltılmasına, moloz ve çöp döküm alanı, yol ve altyapı tesisi amaçlı kullanımına son verilmeli, bu kapsamda DSİ Genel Müdürlüğünce yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
***5393 sayılı Belediye Kanunu ile 5213 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanununda değişiklik yapılarak, aktif fay hatlarının üstü, dere yatakları, taşkın alanları, heyelan çığ veya kaya düşmesi tehlikesi yaşanacak alanların yeşil alan kullanımı dışında, hiçbir amaçla kullanılmayacağı, bu alanları farklı amaçla kullanıma açanlara yönelik idari ve cezai yaptırımların uygulanacağına yönelik düzenlemeler yapılmadır.
Şeklindeki yasa değişikliği önerilerimiz sıralanmış ve sonuç olarak; yukarıda vurgulanan düzenlemeleri içeren geniş bir çerçeveye sahip “Fay Yasasına” Evet” Diyoruz. Aksi takdirde rant politikaları yaklaşımını temel alan, bir “fay yasasının” toplumu doğa kaynaklı afetlere karşı korumasının mümkün olmayacağı da özellikle vurgulanmaktadır.
Bu açıklamalarımıza rağmen, kentsel dönüşüm yasası olarak bilinen 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun”un rant odaklı uygulamaları alakasız bir şekilde Oda önerimizle ilişkilendirilmeye çalışılarak benzer uygulamalara yol açacağı, istismara neden olacağı eleştirisinde bulunulmuştur. Tekrar belirtelim ki; aktif fay zonlarının üstü, dere yatakları, taşkın, heyelan, çığ ve kaya düşmesi tehlikesi alan sınırları içinde kalan yapıların, halk mağdur edilmeden kamusal bir anlayışla kentsel dönüşüme tabi tutulması ve barınma ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması gerektiği özellikle vurgulanmıştır. Önerimizin bir parçası olan bu ifadelerin; “sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini üretmenin bir yana bırakıldığı”, “uygulamaların ranta ve istismara dönüşmesine hizmet edeceği” şeklindeki yaklaşımlar da açıklanmaya muhtaç, yersiz değerlendirmelerdir. Belirttiğimiz riskli alanlarda yaşamanın kaçınılmaz sonucunu görmezden gelip, istismara yol açabileceği varsayımıyla bu olumsuzluğa kayıtsız kalamayarak, tehlikeyi vurgulayıp çözüm önerisini de getirmenin görev ve sorumluluğumuz olduğunu düşünüyoruz.
Yine, bir diğer tartışma konusu da kısaca “Fay Yasası” olarak nitelenen teklifin bir parçasını oluşturan 4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunu’na ilişkin değişiklik önerimizdir. Bu öneri binaların oturduğu zeminler için yapılacak jeolojik araştırmaların “yerinde denetimi esas alacak şekilde kontrol ve denetim hizmetlerinin yürütülmesine sağlamak amacıyla geliştirilmiş olan bu öneri; bina ve bina türü yapıların etüt ve proje süreçlerinden başlayarak arazide, sondaj çalışmalarının başladığı süreçten, bina yapım aşamasına kadar “denetim süreçlerinin kağıt üzerinde değil, fiili olarak yerinde denetimi esas alacak şekilde işletilmesi ve bu eksikliğin giderilmesi amacıyla getirilmiştir.
2020 yılı Ocak ayından bu yana ülkemizde yaşanan depremler, sel ve taşkınlar, heyelan ve çığ düşmesi sonucunda 240 yurttaşımız yaşamını yitirmiş, 3000’e yakın insanımız yaralanmış, 80.000’e yakın konut, işyeri vb bina bölümleri yıkılmış veya hasar görmüş, 20 milyar lira maddi kayıp oluşmuştur. Yaşanan yıkım ve can kayıplarının temel nedenlerinden birinin kamusal denetimden uzak bir anlayışla düzenlenen yapı denetim sistemi olması bilinmesine rağmen 11.12.2020 tarihinde çıkarılan “Yapı Denetim Uygulama Yönetmeliği” nde dahi sorunların çözümüne ilişkin düzenlemeler gerçekleştirilmemiştir. Bu yönetmelik değişikliğinin birkaç yapı denetim şirketine yarar sağlamanın dışında, ne İzmir-Bayraklı’da bataklık alana, ne Elazığ’da dere alüvyonları üzerine inşa edilen ve yıkılan binaların zemin etütlerinin denetimine, ne de 2020 yılı başından bu yana afetlerde 240 vatandaşımızın yaşamını yitirmesine neden olan olguların çözümüne ilişkin tek bir madde içermediği görülmektedir.
Sonuç olarak; İnsanoğlunun Ay’a ayak basmasından 10 yıl önce, Elazığ ve Malatya’da bu yıl meydan gelen depremlere kaynaklık eden Doğu Anadolu Fay Zonu’nun keşfinden yaklaşık 13 yıl önce, Marmara depremlerinden 40 yıl önce 1959 yılında çıkarılan 7269 sayılı ‘Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun başta olmak üzere, imar, planlama, kentleşme, yapı üretim ve denetim, kentsel dönüşüm yasalarının yeterli olduğunu savunmamızın olanaklı olmadığını, arsa, arazi ve imar rantiyerleri ile beton lobisinin etkisi ve onların ihtiyaçlarını giderir nitelikte çıkarılan çok sayıdaki düzenlemenin yaşam alanlarımızı, kentlerimizi, derelerimizi rant ve talan uğruna yaşanamaz hale getirdiğini, her depremde veya taşkında onlarca-yüzlerce insanımızı kaybettiğimizin de farkındayız.
İşte bu nedenle bilinmesini isteriz ki; “Fay Yasası” olarak adlandırılan teklif “yüzey faylanması tehlikesi oluşturabilecek aktif fay zonlarının (sakınım bandı içindeki alanların), heyelanlı alanlar, dere yatakları, taşkın alanları, çığ riski bulunan alanlar gibi doğa kaynaklı “tehlike kaynakları” olarak değerlendirilerek ulusal afet hukukunda tanımlı hale gelmesi ve bu alanlar üzerinde bina ve bina türü yapılaşmanın sınırlandırılması ve bu sürecin imar ve yapı denetim süreçleriyle uyumlu bir şekilde yürütülmesini hedefler. Bu bakış açısı ülke depremselliğinin tüm boyutlarıyla ve doğru bir şekilde kavranmasının bir sonucu olup herhangi bir kurum veya kuruluşa deprem risk azaltma sürecindeki diğer görev ve sorumluluklarını bir kenara bırakma/bıraktırma amacını taşımaz, rant politikalarının bir aracı olamaz veya böylesi bir amaca hizmet etmez; zaten etmesine de Odamız izin vermez.
Dün olduğu gibi bugün ve gelecekte depremlere karşı gerekli koruma önlemleri alınarak ülkemiz yerleşimlerinin gelecekteki deprem risklerinden korunması ve ortaya çıkacak zararların azaltılması için mesleki derinliğimizin, bilimin ve kamu yararının yanı sıra TMMOB’nin ilkeleri ve dayanışma ruhu ile mücadelemize devam edeceğiz.
FACEBOOK YORUMLAR