Savaşmaya gitmişiz meğer!
Mehmet Atalay HABERTÜRK Gazetesinde yazmış olduğu makalede; Ne ümitlerle gönderdik Milli Takımı Avrupa Şampiyonası’na
28 Haziran 2016 - 01:49
Mehmet Atalay HABERTÜRK Gazetesinde yazmış olduğu makalede;
Ne ümitlerle gönderdik Milli Takımı Avrupa Şampiyonası’na... Başarılı olacaklar, fırtınalar estirecekler, önüne geleni devirecekler, finale yükselecekler, belki de şampiyon olacaklar diye...
Meğer futbol oynamaya değil de savaşmaya gitmişler... Ama rakipleriyle değil de birbirleriyle... Hoca’sı futbolcusuyla, ikisi beraber yönetimiyle, yayıncı kuruluş TRT’yle gazetecilerle, yorumcularla, seyirciyle, sosyal medyada eleştirenlerle...
Sorunu çözeceğine inandığımız tecrübeli hocamızın bizatihi sorunun bir parçası olduğu, göreve geldiklerinden bu yana hiçbir temel sorunu çözemeyen, ümidini, Milli Takım’ın başarısına bağlayan Futbol Federasyonu’nun bu kavgayı seyretmesini ise hayretle izledik…
Hoca ve futbolcuların, günah keçisi olarak kamuoyunun önüne atılmasına göz yuman başkan ve yönetim, riskleri paylaşmak, takıma arka çıkmak, toparlayıp moral vermek varken, onları kaderleriyle baş başa bıraktı...
Sorunu, başlamadan çözmek, başladıysa da büyütmemek, hocayla futbolcular arasında köprü olmak, halkın gösterdiği aşırı tepkiyi, mümkünse dindirmek, olmadı göğüslemek yönetimin işiydi... Ama ne Başkan, ne yönetim ortalarda yoktu...
Hâlbuki bu Milli Takım bizim, bu futbolcular bizim... Yakında başlayacak Dünya Kupası için de ümit bağladığımız nesil... Fransa’da başarısız olsalar da, düzgün, karakterli, çok iyi bir jenerasyon... Yıllarca yüzümüzü güldürecek yetenekli gençler... Sahip çıkmak, destek olmak zorundayız...
* * *
İyi gün dostu Kulüpler Birliği Başkanı’nın, başarısızlık görüntülerinden kaçmayı başarması da doğrusu ondan beklenen bir şeydi ve bizi hiç şaşırtmadı... Bakan Kılıç da ilk maçtaki yenilgiden sonra esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu, Çek galibiyetinden sonra “Ben demiştim”le muhteşem (!) bir dönüş yaptı ama sonra yine yok oldu...
Yine riske giren, tekmeye kafa uzatan Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan oldu... Kavganın içine girme pahasına, Terim’i de, Arda’yı da, takımı da sahiplendi ve göğsünü siper etti...
Sefa sürmeyi dört gözle bekleyenler, cefayı yine ülkenin Cumhurbaşkanı’na çektirme alışkanlığını, bu turnuvada da devam etti...
Başarısızlığı fırsat bilip hoca ve futbolculara savaş açanlar oldu... Onların bir kısmının amacı üzüm yemek değil, bağcı dövmekti... Bunlar ne kadar yanlışsa, Çek galibiyetini intikama çevirmeye çalışmak da o kadar yanlıştı...
Bazı futbolcuların ve özellikle Hoca’nın hemen hesaplaşmadan bahsetmesi, tehditvari bir dil kullanması, normal eleştirilere bile tahammülsüzlük, kabul edilebilir bir şey değildi...
Herkes, elindeki gücü kullanıyor. Askerin ihtilal, polisin işkence yapması, gazetecinin kalemine sarılması, iktidarın da baskı kurması gibi...
Yenilgide düşmanlar kin kusuyor, galibiyetlerde hoca ve futbolcular intikam alıyor... Sporu savaşa çevirmeyi başardık ya helal olsun... Sanki şampiyon olmaya gitmek yerine, hesap sormaya soyunmuşlar... Böyle bir anlayışa da Allah başarıyı nasip etmiyor...
* * *
Ya TRT kavgası... Prof. Şimşirgil ile Terim düellosunda itibarını ayaklar altına aldıran TRT yönetimine ne demeli?..
Bir kere tarihçi Şimşirgil’in, en az tarihçilik kadar uzmanlık gerektiren bir alanda, sporda ahkâm kesmesini, hiç şık bulmadık ayıpladık... Hiç kimse, yıllarını spora adamış insanları şamaroğlanına çeviremez...
Herkes haddini bilecek ve kendi işini yapacak... Tarihçi olarak gidin, hala dünyaya mahkûm ilan edildiğimiz Ermeni soykırımı yalanının enkazını kaldırın...
Şimşirgil Hoca’nın tavrı ne kadar yanlışsa, Fatih Hoca’nın TRT’ye demeç ambargosu da, o kadar skandaldı... Hem de TRT’nin başarılı spor ekibinin büyük desteğine rağmen...
* * *
Kanunla kurulmuş bir kamu kuruluşunda, yani TFF’de görev yapan bir insan, kanunla kurulmuş ve görevi habercilik olan bir kuruluşa, yani TRT’ye, posta koyma yetkisine sahip değildir... İşin garibi, TRT yönetiminin, bu meydan okumaya karşı sessiz kalması, üstelik de Şimşirgil’i de feda etmesi...
Futbol derebeyliğine boyun eğerseniz, devlet otoritesini, tabii ki yerle bir ederler... Ama galiba en fazla kötek yiyen devlet oluyor... Dövdürenler de bizzat korumakla görevli kamu yöneticileri...
Şampiyonaya değil de savaşmaya gitmişiz meğer.
Ne ümitlerle gönderdik Milli Takımı Avrupa Şampiyonası’na... Başarılı olacaklar, fırtınalar estirecekler, önüne geleni devirecekler, finale yükselecekler, belki de şampiyon olacaklar diye...
Meğer futbol oynamaya değil de savaşmaya gitmişler... Ama rakipleriyle değil de birbirleriyle... Hoca’sı futbolcusuyla, ikisi beraber yönetimiyle, yayıncı kuruluş TRT’yle gazetecilerle, yorumcularla, seyirciyle, sosyal medyada eleştirenlerle...
Sorunu çözeceğine inandığımız tecrübeli hocamızın bizatihi sorunun bir parçası olduğu, göreve geldiklerinden bu yana hiçbir temel sorunu çözemeyen, ümidini, Milli Takım’ın başarısına bağlayan Futbol Federasyonu’nun bu kavgayı seyretmesini ise hayretle izledik…
Hoca ve futbolcuların, günah keçisi olarak kamuoyunun önüne atılmasına göz yuman başkan ve yönetim, riskleri paylaşmak, takıma arka çıkmak, toparlayıp moral vermek varken, onları kaderleriyle baş başa bıraktı...
Sorunu, başlamadan çözmek, başladıysa da büyütmemek, hocayla futbolcular arasında köprü olmak, halkın gösterdiği aşırı tepkiyi, mümkünse dindirmek, olmadı göğüslemek yönetimin işiydi... Ama ne Başkan, ne yönetim ortalarda yoktu...
Hâlbuki bu Milli Takım bizim, bu futbolcular bizim... Yakında başlayacak Dünya Kupası için de ümit bağladığımız nesil... Fransa’da başarısız olsalar da, düzgün, karakterli, çok iyi bir jenerasyon... Yıllarca yüzümüzü güldürecek yetenekli gençler... Sahip çıkmak, destek olmak zorundayız...
* * *
İyi gün dostu Kulüpler Birliği Başkanı’nın, başarısızlık görüntülerinden kaçmayı başarması da doğrusu ondan beklenen bir şeydi ve bizi hiç şaşırtmadı... Bakan Kılıç da ilk maçtaki yenilgiden sonra esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu, Çek galibiyetinden sonra “Ben demiştim”le muhteşem (!) bir dönüş yaptı ama sonra yine yok oldu...
Yine riske giren, tekmeye kafa uzatan Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan oldu... Kavganın içine girme pahasına, Terim’i de, Arda’yı da, takımı da sahiplendi ve göğsünü siper etti...
Sefa sürmeyi dört gözle bekleyenler, cefayı yine ülkenin Cumhurbaşkanı’na çektirme alışkanlığını, bu turnuvada da devam etti...
Başarısızlığı fırsat bilip hoca ve futbolculara savaş açanlar oldu... Onların bir kısmının amacı üzüm yemek değil, bağcı dövmekti... Bunlar ne kadar yanlışsa, Çek galibiyetini intikama çevirmeye çalışmak da o kadar yanlıştı...
Bazı futbolcuların ve özellikle Hoca’nın hemen hesaplaşmadan bahsetmesi, tehditvari bir dil kullanması, normal eleştirilere bile tahammülsüzlük, kabul edilebilir bir şey değildi...
Herkes, elindeki gücü kullanıyor. Askerin ihtilal, polisin işkence yapması, gazetecinin kalemine sarılması, iktidarın da baskı kurması gibi...
Yenilgide düşmanlar kin kusuyor, galibiyetlerde hoca ve futbolcular intikam alıyor... Sporu savaşa çevirmeyi başardık ya helal olsun... Sanki şampiyon olmaya gitmek yerine, hesap sormaya soyunmuşlar... Böyle bir anlayışa da Allah başarıyı nasip etmiyor...
* * *
Ya TRT kavgası... Prof. Şimşirgil ile Terim düellosunda itibarını ayaklar altına aldıran TRT yönetimine ne demeli?..
Bir kere tarihçi Şimşirgil’in, en az tarihçilik kadar uzmanlık gerektiren bir alanda, sporda ahkâm kesmesini, hiç şık bulmadık ayıpladık... Hiç kimse, yıllarını spora adamış insanları şamaroğlanına çeviremez...
Herkes haddini bilecek ve kendi işini yapacak... Tarihçi olarak gidin, hala dünyaya mahkûm ilan edildiğimiz Ermeni soykırımı yalanının enkazını kaldırın...
Şimşirgil Hoca’nın tavrı ne kadar yanlışsa, Fatih Hoca’nın TRT’ye demeç ambargosu da, o kadar skandaldı... Hem de TRT’nin başarılı spor ekibinin büyük desteğine rağmen...
* * *
Kanunla kurulmuş bir kamu kuruluşunda, yani TFF’de görev yapan bir insan, kanunla kurulmuş ve görevi habercilik olan bir kuruluşa, yani TRT’ye, posta koyma yetkisine sahip değildir... İşin garibi, TRT yönetiminin, bu meydan okumaya karşı sessiz kalması, üstelik de Şimşirgil’i de feda etmesi...
Futbol derebeyliğine boyun eğerseniz, devlet otoritesini, tabii ki yerle bir ederler... Ama galiba en fazla kötek yiyen devlet oluyor... Dövdürenler de bizzat korumakla görevli kamu yöneticileri...
Şampiyonaya değil de savaşmaya gitmişiz meğer.
FACEBOOK YORUMLAR