Tarihte Türk devletleri...

OSMANLI’DA MİMARİ SANATLAR Tarihte Türk devletleri arasında en uzun ömürlü devletlerden biri olan, Türk tarihinin büyük dönem noktası olan ve birikimiyle birlikte yerini Türkiye Cumhu

Tarihte Türk devletleri...
10 Ocak 2016 - 11:37
OSMANLI’DA MİMARİ SANATLAR

Tarihte Türk devletleri arasında en uzun ömürlü devletlerden biri olan, Türk tarihinin büyük dönem noktası olan ve birikimiyle birlikte yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne devreden cihan imparatorluğu Osmanlı Devleti, her ne kadar genellikle tarih derslerinde savaşlarıyla, zaferleriyle, mağlubiyetleriyle anılsa da, cihan imparatorluğu olmasını pozitif bilimler eğitimine, döneminin diğer devletlerine göre daha ileriyi görmesine, gelişmesine ve bilim adamlarına verdiği desteğe de borçludur. Uluslararası alanda tanınan ve eserleri hala dünyanın birçok yerinde dimdik ayakta durmakta. Adalete ve hoşgörüye dayalı devlet anlayışı; hâkimiyeti altındaki topraklarda izlerini bıraktığı üstün mimarîsi; tekstil alanında, hat sanatında, eğitimde geliştirdiği mükemmel yapısı ile Batı dünyası için önemli bir örnek teşkil etti.
Osmanlı Sultanlarının nezaketi ve sanat zevki, Batılılar tarafından hayranlıkla anıldı, Osmanlı topraklarını gören Batılılar gördükleri ihtişamdan derinden etkilendiler.
Osmanlı sanatı birbirinden çok farklı alanlarda birbirinden ihtişamlı eserler ortaya koydu. Mimarîde, Çinicilikte, Minyatür sahalarında, halıcılık, kumaşçılık, dericilik, ciltçilik, kitapçılık, tezhipçilik, porselencilik, kehribarcılık, mobilya gibi farklı sanat dallarında muhteşem eserler ortaya çıkardı.
Kur’ân-ı Kerim ahlâkıyla ahlaklanan Müslümanlar, gittikleri her yere hoşgörü, akıl, bilim, sanat, estetik, temizlik ve refah götürdüler. Avrupa, koyu bir bağnazlık ve barbarlık içinde iken, İslâm dünyası, dünyanın en modern ve en çağdaş uygarlığı oldu.
İslâm’ın ilme ve eğitime verdiği değer medrese mimarîsini, kitap ve hat sanatını, insan sağlığına verdiği önem sağlık kurumlarıyla ilgili mimarîyi geliştirdi. Aynı şekilde temizlik vecibesi de su mimarîsini geliştirdi.
Osmanlı mimarî eserlerinin ise 1976’da yapılan bir incelemede, Yugoslavya sınırları içinde bulunanlarının %90’nın tahrip edildiği, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya’dakilerin %99’unun ve Macaristan’dakilerin % 99,9’unun tahrip edildiği tespit edildi.
Bugünkü Türkiye sınırları içerisinde olanların da % 40’da tahrip edilmiştir. İşte Osmanlı mimarîsi eserleri birçok ülkede tahrip edilirken, Türkler’in devamlı tamir ve özen göstermesi sayesinde Ayasofya, bugün ayakta kalan en eski Avrupa mimarî eseri durumundadır. Bu da Osmanlı’nın başka milletlerin sanatlarına verdiği önemi gayet açık göstermektedir
Osmanlı Mimarisinin en önemli isimlerinin başında Mimar Sinan gelir. Dünya tarihinin en büyük mimarlarından birisi hatta birincisidir. Bir asır yaşayan ve son yarım asrını mimarbaşı olarak geçiren Mimar Sinan'ın eserleri 81 cami, 50 mescid, 55 medrese, 19 türbe, 14 imaret, 3 hastane, 7 su bendi (baraj), 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen, 7 dârülkurâ.
Aynı planı iki eserinde tekrarlamayan Mimar Sinan’ın toplam 441 eseri bütün imparatorluğa dağılmıştı. Süleymaniye Cami, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseriydi. Kendi tabiriyle “kalfalık döneminde”, 1550-1557 yılları arasında yapılmıştı. Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, 86 yaşında yaptığı ve “ustalık eserim” diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Cami’ydi (1575) Süleymaniye Camiisi yapımı ile ilgili menkıbe şöyle anlatılır. Mübarek bir gecede, Kanunî Sultan Süleyman, rüyasında Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i görür. Sultan Süleyman, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i takip ederek, bugün Süleymaniye’nin inşa edilmiş olduğu yaklaşık yetmiş dönümlük arazinin bulunduğu çok güzel manzaralı tepeye gelirler. Bu tepe, hem Haliç’i hem de Boğaziçi’ni mükemmel bir açıdan görür.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), Sultan Süleyman’a; “Mihrabı buraya, minberi buraya olsun” der. Kanunî Sultan Süleyman rüyadan uyandı ve şükürler etti. Mimar Sinan’ı çağırttı. Hiçbir açıklama yapmadan büyük bir heyecan ile rüyada gördüğü yere götürdü. “Buraya bir cami bir de külliye yapacağız” diye sözlerine başladığında, Mimar Sinan söze karıştı. “Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun…” dedi. Sultan Süleyman şaşırdı! “Sinan sen bu işten haberli gibisin” dedi. Mimar Sinan cevap verdi; “Sultanım dünkü rüyanızda ben de bir adım gerinizden geliyordum… Süleymaniye Camii ile başka bir menkıbe şöyle anlatılır; Süleymaniye Cami’nin inşası tamamlandığında, ibadete açılacağı gün ilan edildi. O gün gelince İstanbul’un her yanından insanlar bu eşsiz eserin açılışında bulunmak için şehrin bu noktasına akın etti. Herkes hayranlıkla bu şaheseri seyrediyordu. Fakat bunlar arasında bulunan bir çocuk; “Aaa! Şu minareye bakın nasıl eğri!” diye bağırıyordu. Herkes bakıyor ama bir eğrilik görmüyordu. Çocuğun minarelerden biri için eğri dediği Mimar Sinan’a kadar ulaştı. Koca mimar hemen çocuğun yanına geldi ve ona: “Yavrum hangi minare eğri göster bana” dedi. Çocuk da; “İşte şu!” diyerek minarelerden birini gösterdi. Mimar Sinan hemen adamlarını topladı. Uzun halatları birbirine ekletip minareye bağlattı. “Çekin yukarı doğru!” diye çektirmeye başladı. Çocuğa da, “Oğlum, bak bu minareyi doğrultturuyorum, sen dikkat et, dosdoğru olunca haber ver” dedi. Adamlar gerçekten düzeltiyormuş gibi çekiyorlardı. Çocuk bir süre sonra; “Tamam, minare doğruldu” diye bağırdı. İşçiler çekme işini bırakıp halatları çözdüler. Başından beri olaya tanık olan Sinan’ın ustalarından biri herkesin kafasını kurcalayan soruyu Mimar Sinan’a yöneltti:
- Ulu mimarbaşımız, sen herkesten iyi biliyorsun ki, minarede eğrilik falan yok. O halde niçin düzeltmeye kalkıştın?
Mimar Sinan’ın cevabı ileri görüşlülüğün, inceliğin, anlayışın, hoşgörünün simgesiydi:
- Ben bilmez miyim minarede eğrilik olmadığını. Ama çocuğun kafasındaki “minare eğri” izlenimini de öyle bırakamazdım. Bu yönteme başvurdum ki çocuğun kafasındaki “eğri” kanaati silinsin. Yoksa her yerde çocuk aklıyla minarenin eğri olduğunu söyler, sonra etrafta gerçekten eğri olduğu şeklinde bir inanç yayılırdı dedi. Mimar Sinan'ın Mimarideki mucizevi becerisini Selimiye Camii’nin minarelerinden anlayabilirsiniz. Keskin zekâ ve mükemmel becerisi ile Sinan yaptığı kubbe ile mucizevî bir olayı gerçekleştirdi. Uyguladığı teknikle 31 metre çapındaki kubbeyi çevresindeki dayanak yapacak yarım kubbeler olmadan 8 büyük kalın sütunun üzerine oturttu. Yerden yüksekliği 43 metreyi buluyordu. Bu kubbeyi yabancı bir mimar: “Bu kul yapısı değil, gökten inme bir ilâhî mabet” şeklinde yorumladı.
Mimar Sinan’ın Selimiye Cami’nin Nil kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi, matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci bir işlem bularak çözdüğü söylenir. Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir dehanın ürünüdür.
Selimiye Camisi’nin zemini gevşek topraktır. Bu nedenle minarelerinin yakın zamanda yıkılacağı fark edildiğinde uluslararası bir grup bilim adamı bu tarihî minareleri kurtarmak için en son teknoloji olan metal kelepçelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi çözüm olduğuna karar verdiler. Minarelerin temellerini açınca, koymayı düşündükleri kelepçelerin aynısıyla karşılaştılar. Bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına bilim adamları akıl sır erdiremediler. Bunun üzerine bilim adamları araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin, Süleymaniye ve Selimiye’nin sabitlenmediklerini, aksine yerinde oynayarak çatlamalardan ve yıkılmaktan kurtulabildiklerini ortaya çıkardılar. Minarelerin ise çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini gördüler. Şu an gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullandıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Mimar Sinan’ın geliştirdiği mekanizmalardı.
Hindistan’daki Tâc-Mahall’in mimarları; Mimar Sinan'ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi’dir. Yapıdaki yazıları yazan Hattat Serdar Efendi, eserin yapımı için Şah Cihan tarafından İstanbul’dan davet edildi. 1632’de inşasına başlanan eser, 20 yıl sonra 1652’de tamamlandı. Birçok savaşlar ve birçok tabii felaketlere rağmen birçoğu günümüze kadar sağlamlığını korumuş.
Birçok Japon mühendislerin bile dikkatini çeken mimari becerisini birçoğu mucize olarak yorumlamış. Yaşadığımız yüzyılın en gelişmiş teknolojilerinden daha üstün sağlamlığına sahip, asırlar sonrasına hükmeden projesi Osmanlı mimarisinde en önemli yapıtlar camilerdir.
Osmanlı cami ve külliye mimarîsinin başlıca eserleri olarak Bursa’da Yeşil ve Ulu Cami’leri, Edirne’de Selimiye Camii; İstanbul’da Süleymaniye, Fatih, Mahmut Paşa, Şehzadebaşı, Sultanahmet, Nuru Osmaniye ve Valide Sultan Cami’leri. Manisa’da Muradiye, Hatuniye Cami’ni örnek verebiliriz.
Osmanlı medrese mimarîsinin başlıca eserleri olarak Fatih ve Süleymaniye Medreseleri örnek verebiliriz. Bu camilerde çini, mermer, tahta veya sıva üzerine nakış gibi süslemeler özenle kullanılmış görenlerde büyük bir hayranlık uyandırmış. Uzun ve yorucu el işlemeleri el emeğinin mimarideki en güzel yansımasıdır. Her biri yaşadıkları Çağın estetiğini ve izlerini günümüze taşımakta.
Osmanlının görkemini bir nebze de olsa insana yaşatmakta. Başta üç kıtanın yönetildiği İstanbul’daki Topkapı sarayı dışında, Yıldız, Çırağan, Dolmabahçe, Beylerbeyi Saraylarını ve Göksu Kasr Sarayları mütevazı yapısıyla şimdi bile görenleri hayran bırakmakta.
Türbeler, Köprüler, Su mimarisi, Çarşı mimarisi, Askeri mimari, Bahçe mimarisi.
İç mimari başta olmak üzere birçok alanda önemli mimari eserlerle Osmanlı günümüze önemli eserler taşımış.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum