TMMOB'dan Nükleer Düzenleme Kanun Tasarısına İlişkin Görüş ve Değerlendirme
Çorum Milletvekili Oğuzhan Kaya ve arkadaşları tarafından hazırlanan Nükleer Düzenleme Kanun Tasarısı 24.02.2022 tarih ve Esas no:2/4222 sayı ile TBMM’ye sunulmuştur.
01 Mart 2022 - 14:13
Ülkemiz açısından son derece önemli ve olası nükleer kazalarda, kazanın meydana geldiği coğrafyada felaketin etkilerinin yüzyıllar boyunca atlatılamamağı bir yasal düzenleme tasarısı meslek örgütlerin, ilgili sivil toplum kuruluşlarının ve bilim dünyasının görüşleri alınmaksızın TBMM’nin gündemine alelacele alınmış bulunmaktadır.
Bu yanlış düzenleme anlayışı önümüzdeki dönemde ülkemizi büyük tehlike ve risklerle karşı karşıya getirebilecektir. Odamız kamu yararı çerçevesinde olası riskler hakkında toplumu ve kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla konuya ilişkin genel değerlendirme ile maddelere ilişkin görüşlerini meslektaşları ve kamuoyu ile paylaşma gereği duymuştur.
Genel Değerlendirme
Bilindiği üzere; Nükleer Düzenleme Kurumu`nun Teşkilat ve Görevleri ile ilgili 702 Sayılı KHK 9 Temmuz 2018 tarihli Mükerrer Resmi Gazete`de yayınlanmıştır. 702 Sayılı KHK Anayasa Mahkemesi`nin 30/12/2020 tarihli kararı ile (E:2018/115, K:2020/81) iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın mülga 91.maddesine aykırı olduğu” gerekçesiyle iptal etmiştir. Yani “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine” geçiş kapsamında mevzuatın uyumlulaştırması kapsamında konunun değerlendirilmeyeceği gerekçeleriyle 702 sayılı KHK iptal etmiştir.
Anayasa Mahkemesi, 09/03/2021 tarihindeki Resmi Gazete’de iptal kararının yayımlanmasından itibaren 1 yıl sonra yürürlüğe gireceğini belirtmiştir. Sürenin dolmasına sadece 10 günlük süre kalmışken, ülke için son derece önemli bir kanun tasarısı meslek örgütleri, ilgili sivil toplum kuruluşları ile üniversitelerin görüşleri alınmaksızın kanun tasarısı apar topar meclisten geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu husus ileride telafisi imkânsız, etkileri yüzyıllar boyu sürebilecek felaketlerin yaşanmasına kapı aralar niteliktedir.
Bu konuya en iyi örnek 26 Nisan 1986 tarihinde ülkemiz insanını da yakından etkileyen Çernobil Nükleer Santrali`nin 4 numaralı reaktöründe gerçekleşen nükleer kaza ile yine 11 Mart 2011 yılında Japonya açıklarında meydana gelen, Mw=9 büyüklüğündeki Töhoku Depremi sonucunda bölgede meydana gelen tsunaminin santral binasında neden olduğu hasarlar sonucunda radyoaktif sızıntı meydana gelmiştir. Geniş bir bölgeye yayılan radyoaktif sızıntı sonrası büyük bir felaket yaşanmıştır. Söz konusu kazanın üzerinden 10 yılı aşkın süre geçmesine rağmen bölge halkı ve radyasyona maruz kalan insanların yaşamlarını etkilenmeye devam etmektedir.
Ülkemiz açısından bakıldığında ise şu an Mersin-Akkuyu’da toplumun önemli bir kısmı karşı çıkmasına rağmen Akkuyu Nükleer Santrali`nin inşası devam etmektedir. Yeni yayınlamış bilimsel makaledeki değerlendirmeye göre söz konusu santralin Ecemiş-Deliler Fayı ile bunun Akdeniz’deki devamı olan Biruni Fayı’na çok yakın olduğu (3-5 km) görülmekte olup, makalede öne sürülen fayların teyidinin deniz içinde sismik çalışmalarla kolayca yapılabilmesi mümkündür. Bu yeni gelişme, yer seçiminde, etüt ve proje çalışmalarında gerekli ve yeterli özenin gösterilmediği konusundaki kuşkuları arttırmaktadır. Yine yapım çalışmaları esnasında da yürütülen inşa faaliyetlerin nitelikli malzeme ve işçilik kullanılmadan yapıldığı, denetim faaliyetlerin yeterli olmadığı, bu nedenle santralda kullanılan betonların çatladığı, denetimin yetersizliğinden kaynaklı olarak sıklıkla ölümlü iş kazalarının meydana geldiği, çalışan personelin özlük hakları ve maaşlarının verilmediği gibi sorunlar nedeniyle imalatların niteliksiz yapıldığına ilişkin eleştirel yaklaşımlar bulunmaktadır.
Özellikle Ecemiş-Deliler ve Biruni faylarında meydana gelebilecek olası depremlerde, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali yapılarda, tıpkı Fukişama Nükleer Santrali`nde olduğu gibi benzer sorunların ülkemizde de yaşanabileceğine ilişkin kaygılar bulunmaktadır.
Tüm bu süreçlere bakıldığında hazırlanan Nükleer Düzenleme Kanun Tasarısı`nın yer seçiminden, etüt ve proje çalışmalarına, yapıların inşasından kontrol ve denetim süreçlerine kadar her bir ayrıntının ele alınması ve kanunda boşluk bırakacak, olası kaza ve risklere davetiye çıkaracak yaklaşımlardan uzak durmak gerektiği düşünülmektedir. Bu açıdan bakıldığında kanun tasarısının toplumun ilgili kesimleri tarafından değerlendirilmeden TBMM’ye taşınması yanlıştır. Yine toplumlarda sadece bu günü değil, gelecekteki yaşam ve yaşam alanlarını da etkilemesi nedeniyle, ihtiyaç duyulan enerjinin nükleer kaynaklardan karşılanmasına karşı durmaktadır. Toplumun bu kaygısının da dikkate alınmadan tasarının hazırlandığı görülmektedir.
Yine Nükleer Düzenleme Kurumu`nun kendi mevzuatının ilgili tüm mevzuatlardan üstün sayılmasına ilişkin maddeler Anayasamıza açıkça aykırıdır. Bu hususların düzeltilmesi gerekmektedir.
Maddelere İlişkin Görüşlerimiz
1-Kanun teklifi, nükleer tesislerle ilgili her türlü yetkilendirme, denetim, kurumların idari yapılandırılması, mali ve ceza hükümleri gibi konular üzerinde yoğunlaşmış, kanun teklifinin dayandırıldığı AB 2013/59 Direktifinin temel ilkesi olan “çeşitli yollarla maruz kalınabilecek “radyasyon dozu” konuları üzerinde durulmamıştır.
Direktifin hassasiyetle üzerinde durduğu “insan ve çevre”nin maruz kalacağı radyasyon doz seviyesinin belirlenmesine yönelik olarak Genel İlkelerin tanımlandığı bölümde Madde 3.2.b’de “Faaliyet nedeniyle mazur kalınabilecek radyasyon dozlarının mümkün ve makul olan en düzüş seviyede tutulması” ilkesinin esas alınacağı ifade edilmekte ancak “mümkün ve makul doz” tanımlaması hakkında herhangi bir madde yer almamaktadır. “Mümkün ve makul doz” tanımlaması belirsizlik içermektedir. Kanunda “mümkün ve makul doz”un kimler tarafından nasıl belirleneceğine ilişkin açık ifadeler yer almalıdır.
2- Kanun teklifinde MADDE 3 (3). “Düzenleyici kontrole ilişkin verilecek muafiyetler ile bu muafiyetlerin sınır ve koşulları, güvenlik ve emniyetle ilgili gerekleri karşılayacak şekilde, dereceli yaklaşım esas alınarak Kurum tarafından yönetmelikle belirlenir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu madde kişi/kurum lehine kamu yararı aleyhine dönüşebilecek uygulamalara açıktır. Muafiyetler konusunda uygulanacak dereceli yaklaşımın tesisin tehlike ve/veya risk açısından hangi sınıfta değerlendirileceği ve ne tür muafiyetler sağlanacağı ile ilgili kapsam konusunda açık hükümler getirilmelidir. Örneğin, Kurum tarafından Yönetmelikle belirlenmesi ifade edilen dereceli yaklaşımın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ilgili rehberleri ile Avrupa Birliği’nin ilgili direktif ve rehberleri ile uyumlu bir şekilde tanımlanması ve güncellenmesi hükmünün yer almasında yarar görülmektedir.
3- MADDE 18(4)’de yeralan “… ödenecek tazminatların toplam tutarının sorumluluk miktarı sınırını aşan durumlarda Komisyon, sorumluluk miktar sınırını teşkil eden meblağı paylaştıracak bir ödeme yapar. …….. Sorumluluk miktarı sınırının aşıldığı kısım için Cumhurbaşkanı uygun göreceği tedbirleri alır” ifadeleri zarar görenler açısından hak kaybı ve adaletin sağlanması konularında sorunlara yol açacaktır. Zarar görenlerin haklarının teslimi, Kanun teklifinde tanımlanmış “sorumluluk sınırları” ile sınırlandırılmamalıdır.
4- Kanun teklifi Altıncı Bölümde tanımlanan Nükleer Düzenleme Kurumu`nda görev alacak Personel ile ilgili Madde 22 (2), Kurumda istihdam edilecek personelin “nitelikleri”ni yine Kurum tarafından hazırlanacak olan yönetmelikle belirlemektedir. Özellikle üst düzey personele (ki bu sayı toplam personelin % 20’si olabilmekte) sağlanan maddi olanaklar (sözleşme ücreti tavanının ondört katına kadar) dikkate alındığında istihdam edilecek olan personelin niteliklerinin genel çerçevesinin (konuyla ilgili eğitim düzeyi, konuyla ilgili yurtdışı, yurt içi tecrübe ve icraatları, …….. vb) Kanun teklifinde yer almalıdır. Aksi taktirde bu tür görevler liyakatı olmayan ve farklı saiklerle atamalara açık olabilecektir.
5- Teklifin “Çeşitli hükümler” başlıklı 26. maddesinin 4. fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararını işlevsiz bırakmaya yöneliktir. Bu madde metinden çıkarılmalıdır.
Sonuç olarak; ülkemizin olası nükleer kaza ve radyasyondan kaynaklı kirliliğin etkilerden korunması için son derece ön arz eden kanun tasarısının geri çekilmesini, ilgili sivil toplum ve meslek örgütleri ile üniversitelerin görüşlerin alınarak yeniden düzenlenmesi gerektiği düşünülmektedir.
Bu yanlış düzenleme anlayışı önümüzdeki dönemde ülkemizi büyük tehlike ve risklerle karşı karşıya getirebilecektir. Odamız kamu yararı çerçevesinde olası riskler hakkında toplumu ve kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla konuya ilişkin genel değerlendirme ile maddelere ilişkin görüşlerini meslektaşları ve kamuoyu ile paylaşma gereği duymuştur.
Genel Değerlendirme
Bilindiği üzere; Nükleer Düzenleme Kurumu`nun Teşkilat ve Görevleri ile ilgili 702 Sayılı KHK 9 Temmuz 2018 tarihli Mükerrer Resmi Gazete`de yayınlanmıştır. 702 Sayılı KHK Anayasa Mahkemesi`nin 30/12/2020 tarihli kararı ile (E:2018/115, K:2020/81) iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın mülga 91.maddesine aykırı olduğu” gerekçesiyle iptal etmiştir. Yani “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine” geçiş kapsamında mevzuatın uyumlulaştırması kapsamında konunun değerlendirilmeyeceği gerekçeleriyle 702 sayılı KHK iptal etmiştir.
Anayasa Mahkemesi, 09/03/2021 tarihindeki Resmi Gazete’de iptal kararının yayımlanmasından itibaren 1 yıl sonra yürürlüğe gireceğini belirtmiştir. Sürenin dolmasına sadece 10 günlük süre kalmışken, ülke için son derece önemli bir kanun tasarısı meslek örgütleri, ilgili sivil toplum kuruluşları ile üniversitelerin görüşleri alınmaksızın kanun tasarısı apar topar meclisten geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu husus ileride telafisi imkânsız, etkileri yüzyıllar boyu sürebilecek felaketlerin yaşanmasına kapı aralar niteliktedir.
Bu konuya en iyi örnek 26 Nisan 1986 tarihinde ülkemiz insanını da yakından etkileyen Çernobil Nükleer Santrali`nin 4 numaralı reaktöründe gerçekleşen nükleer kaza ile yine 11 Mart 2011 yılında Japonya açıklarında meydana gelen, Mw=9 büyüklüğündeki Töhoku Depremi sonucunda bölgede meydana gelen tsunaminin santral binasında neden olduğu hasarlar sonucunda radyoaktif sızıntı meydana gelmiştir. Geniş bir bölgeye yayılan radyoaktif sızıntı sonrası büyük bir felaket yaşanmıştır. Söz konusu kazanın üzerinden 10 yılı aşkın süre geçmesine rağmen bölge halkı ve radyasyona maruz kalan insanların yaşamlarını etkilenmeye devam etmektedir.
Ülkemiz açısından bakıldığında ise şu an Mersin-Akkuyu’da toplumun önemli bir kısmı karşı çıkmasına rağmen Akkuyu Nükleer Santrali`nin inşası devam etmektedir. Yeni yayınlamış bilimsel makaledeki değerlendirmeye göre söz konusu santralin Ecemiş-Deliler Fayı ile bunun Akdeniz’deki devamı olan Biruni Fayı’na çok yakın olduğu (3-5 km) görülmekte olup, makalede öne sürülen fayların teyidinin deniz içinde sismik çalışmalarla kolayca yapılabilmesi mümkündür. Bu yeni gelişme, yer seçiminde, etüt ve proje çalışmalarında gerekli ve yeterli özenin gösterilmediği konusundaki kuşkuları arttırmaktadır. Yine yapım çalışmaları esnasında da yürütülen inşa faaliyetlerin nitelikli malzeme ve işçilik kullanılmadan yapıldığı, denetim faaliyetlerin yeterli olmadığı, bu nedenle santralda kullanılan betonların çatladığı, denetimin yetersizliğinden kaynaklı olarak sıklıkla ölümlü iş kazalarının meydana geldiği, çalışan personelin özlük hakları ve maaşlarının verilmediği gibi sorunlar nedeniyle imalatların niteliksiz yapıldığına ilişkin eleştirel yaklaşımlar bulunmaktadır.
Özellikle Ecemiş-Deliler ve Biruni faylarında meydana gelebilecek olası depremlerde, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali yapılarda, tıpkı Fukişama Nükleer Santrali`nde olduğu gibi benzer sorunların ülkemizde de yaşanabileceğine ilişkin kaygılar bulunmaktadır.
Tüm bu süreçlere bakıldığında hazırlanan Nükleer Düzenleme Kanun Tasarısı`nın yer seçiminden, etüt ve proje çalışmalarına, yapıların inşasından kontrol ve denetim süreçlerine kadar her bir ayrıntının ele alınması ve kanunda boşluk bırakacak, olası kaza ve risklere davetiye çıkaracak yaklaşımlardan uzak durmak gerektiği düşünülmektedir. Bu açıdan bakıldığında kanun tasarısının toplumun ilgili kesimleri tarafından değerlendirilmeden TBMM’ye taşınması yanlıştır. Yine toplumlarda sadece bu günü değil, gelecekteki yaşam ve yaşam alanlarını da etkilemesi nedeniyle, ihtiyaç duyulan enerjinin nükleer kaynaklardan karşılanmasına karşı durmaktadır. Toplumun bu kaygısının da dikkate alınmadan tasarının hazırlandığı görülmektedir.
Yine Nükleer Düzenleme Kurumu`nun kendi mevzuatının ilgili tüm mevzuatlardan üstün sayılmasına ilişkin maddeler Anayasamıza açıkça aykırıdır. Bu hususların düzeltilmesi gerekmektedir.
Maddelere İlişkin Görüşlerimiz
1-Kanun teklifi, nükleer tesislerle ilgili her türlü yetkilendirme, denetim, kurumların idari yapılandırılması, mali ve ceza hükümleri gibi konular üzerinde yoğunlaşmış, kanun teklifinin dayandırıldığı AB 2013/59 Direktifinin temel ilkesi olan “çeşitli yollarla maruz kalınabilecek “radyasyon dozu” konuları üzerinde durulmamıştır.
Direktifin hassasiyetle üzerinde durduğu “insan ve çevre”nin maruz kalacağı radyasyon doz seviyesinin belirlenmesine yönelik olarak Genel İlkelerin tanımlandığı bölümde Madde 3.2.b’de “Faaliyet nedeniyle mazur kalınabilecek radyasyon dozlarının mümkün ve makul olan en düzüş seviyede tutulması” ilkesinin esas alınacağı ifade edilmekte ancak “mümkün ve makul doz” tanımlaması hakkında herhangi bir madde yer almamaktadır. “Mümkün ve makul doz” tanımlaması belirsizlik içermektedir. Kanunda “mümkün ve makul doz”un kimler tarafından nasıl belirleneceğine ilişkin açık ifadeler yer almalıdır.
2- Kanun teklifinde MADDE 3 (3). “Düzenleyici kontrole ilişkin verilecek muafiyetler ile bu muafiyetlerin sınır ve koşulları, güvenlik ve emniyetle ilgili gerekleri karşılayacak şekilde, dereceli yaklaşım esas alınarak Kurum tarafından yönetmelikle belirlenir” şeklinde düzenlenmiştir. Bu madde kişi/kurum lehine kamu yararı aleyhine dönüşebilecek uygulamalara açıktır. Muafiyetler konusunda uygulanacak dereceli yaklaşımın tesisin tehlike ve/veya risk açısından hangi sınıfta değerlendirileceği ve ne tür muafiyetler sağlanacağı ile ilgili kapsam konusunda açık hükümler getirilmelidir. Örneğin, Kurum tarafından Yönetmelikle belirlenmesi ifade edilen dereceli yaklaşımın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ilgili rehberleri ile Avrupa Birliği’nin ilgili direktif ve rehberleri ile uyumlu bir şekilde tanımlanması ve güncellenmesi hükmünün yer almasında yarar görülmektedir.
3- MADDE 18(4)’de yeralan “… ödenecek tazminatların toplam tutarının sorumluluk miktarı sınırını aşan durumlarda Komisyon, sorumluluk miktar sınırını teşkil eden meblağı paylaştıracak bir ödeme yapar. …….. Sorumluluk miktarı sınırının aşıldığı kısım için Cumhurbaşkanı uygun göreceği tedbirleri alır” ifadeleri zarar görenler açısından hak kaybı ve adaletin sağlanması konularında sorunlara yol açacaktır. Zarar görenlerin haklarının teslimi, Kanun teklifinde tanımlanmış “sorumluluk sınırları” ile sınırlandırılmamalıdır.
4- Kanun teklifi Altıncı Bölümde tanımlanan Nükleer Düzenleme Kurumu`nda görev alacak Personel ile ilgili Madde 22 (2), Kurumda istihdam edilecek personelin “nitelikleri”ni yine Kurum tarafından hazırlanacak olan yönetmelikle belirlemektedir. Özellikle üst düzey personele (ki bu sayı toplam personelin % 20’si olabilmekte) sağlanan maddi olanaklar (sözleşme ücreti tavanının ondört katına kadar) dikkate alındığında istihdam edilecek olan personelin niteliklerinin genel çerçevesinin (konuyla ilgili eğitim düzeyi, konuyla ilgili yurtdışı, yurt içi tecrübe ve icraatları, …….. vb) Kanun teklifinde yer almalıdır. Aksi taktirde bu tür görevler liyakatı olmayan ve farklı saiklerle atamalara açık olabilecektir.
5- Teklifin “Çeşitli hükümler” başlıklı 26. maddesinin 4. fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararını işlevsiz bırakmaya yöneliktir. Bu madde metinden çıkarılmalıdır.
Sonuç olarak; ülkemizin olası nükleer kaza ve radyasyondan kaynaklı kirliliğin etkilerden korunması için son derece ön arz eden kanun tasarısının geri çekilmesini, ilgili sivil toplum ve meslek örgütleri ile üniversitelerin görüşlerin alınarak yeniden düzenlenmesi gerektiği düşünülmektedir.
FACEBOOK YORUMLAR